İstanbul Batılı emperyalistlerin (İngiliz-Fransız-İtalyan) işgali altındayken, 16 Mayıs 1919 tarihinden itibaren İzmir ve çevresinde de Yunan işgali başladı.
Yunanistan, bu işgal ve istilâ hereketini kendi başına yapmadı. Kendi gücüyle bunu yapacak durumda da değildi. Ne de olsa, Osmanlı’nın eski bir eyaleti (Mora) idi. O ancak bulunduğu yerde isyan eder, kışkırtma yapar, nihayet bir gaile çıkartabilirdi. Yoksa, öyle haddini aşarak Anadolu’ya yönelik bir taarruz harekâtına girişmeye cesareti de, mecâli de yoktu.
Demek, onu aleyhimizde sevk eden daha üst bir akıl ve daha büyük bir kuvvet merkezi vardı. O da hiç şüphe yok ki Londra merkezli idi. Sadece İzmir’in değil, İstanbul’un da fiilen işgal edilmesi yine aynı merkezde kararlaştırıldı.
Nitekim, Londra’da Yunanistan Başbakanı Venizelos'un da katıldığı 11 Mart 1920 tarihli toplantıda, İzmir’den sonra İstanbul’un da fiilen işgal edilmesine karar verildi. (İstanbul’un kan dökülerek işgal edilmesi 16 Mart gecesi Şehzadebaşı Karakolu’nda gerçekleştirildi.)
Şimdi tekrar İzmir ve Batı Anadolu’daki gelişmelere bakalım.
«
Evet, Yunanistan, Avrupa’daki ağa babalarından aldığı kuvvet ve cesaretle, 16 Mayıs gününden itibaren Ege sahillerinden toprağımıza asker çıkarmaya başladı.
Batı Anadolu’daki büyük şehirler arasında ilk fiilî işgal hareketi İzmir'de başladığı için, vatanperver halkımızın ilk direniş çabası ve işgali protesto mitingleri de bu vesileyle yoğunluk kazandı. İşte, o şanlı direniş ve protesto hareketlerini organize eden teşekküllerden biri "Redd-i İlhak Cephesi"dir.
Redd-i İlhak Heyeti, İzmir'in işgal edildiği günlerde, ülkenin hemen her tarafına telgraf çekerek şöyle bir çağrıda bulundu: "Ecnebî işgali başladı. İzmir ve civarı ayakta ve ümidini, heyecanını muhafaza etmekte. Siz de vatanın müdafaasına hazırlanın."
Bu manadaki telgraflar, başta Ege Bölgesi ve İstanbul ahalisini bir anda elektriklendirdi. Halkı âdeta galeyana getirdi. Muğla, Aydın, Manisa, Balıkesir, Denizli, Tavas, Bayramiç, Seydişehir, Erzurum ve daha birçok merkezde büyük mitingler ve protesto gösterileri düzenlendi. O günlerde en büyük miting ise, İstanbul Sultanahmet'te organize edildi.
İşte, işgal ve istilâya karşı duran Anadolu'daki Millî Hareket, bu şekilde başladı ve dalga dalga yayılarak yurdun dört bir yanını sarıp sarmaladı.
Tabiî, bütün bu faaliyetler bir anda ortaya çıkıp tekâmül etmedi. Anadolu ve Trakya'nın pek çok merkezinde, aylar öncesinden başlayan birtakım altyapı çalışmaları vardı: Hemen her tarafta ispat-ı vücut etmeye başlayan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri gibi…
Bu gönüllü cemiyetler, 1918 yılı Aralık ayı başından itibaren faaliyete başlamış ve kendi imkanları ölçüsünde bazı hazırlıklarda bulunmuşlardı. Zamanla tamamı birleşip “Kuvvâ-yı Milliye” ismi etrafından yekvücut oldular.
Netice itibariyle, işgal hareketleri bölgelere yayıldıkça ve kuvvet kazandıkça, ona karşı şahlanan halkın direniş ruhu ve şuuru da günden güne büyümeye ve güç kazanmaya başladı. Ecnebî işgalleri nihayete eriyince kadar da, o ruh ve şuur hiç gerileme yaşamadan tâ zafer müyesser olana kadar ilerlemeye devam etti.
«
Garip bir rastlantı:
M. Kemal Paşa başkanlığındaki bir subay heyeti, 16 Mayıs 1919 tarihinde Sultan Vahdeddin’in oluru ve maddî-manevî desteğiyle Samsun’a doğru yola çıktı.
Sultan Vahdeddin, Meclis Başkanı olan Kemal Paşa’nın tazyiki ile 1922 yılı Kasım ayı ortalarında anavatanından ayrılmak mecburiyetinde kalarak İtalya’ya gitti.
Ne gariptir ki, orada yine bir 16 Mayıs (1926) günü San Remo'da vefat etti. O tarihte CB olan Kemal Paşa, Sultan Vahdeddin’in hacizli tabutu ile ilgilenmediği gibi, cenazesinin Türkiye’ye getirilmesini de kabul etmedi. Cenaze, İtalya’dan Suriye’ye götürüldü.
Son Osmanlı Padişahının mezarı, Şam-ı Şerif’teki Selâhaddin-i Eyyübî Türbesinin yakınındadır.