Uçurtmalar sadece çocukluğumda değil hayatımın her döneminde renk renk varmış meğer.
Hayallerimin çatısını kurdum.
Renkli düşüncelerle sardım sarmaladım dünyamı; müsade ettiklerince başkalarının dünyalarını da...
Öteki kalplere saldım (terazili) uçurtma iplerini. Kalpler kalplere tutunsun diye... Bir yerde-n buluşsunlar diye...
Karacaoğlan’ın:
“Elvan elvan kokun gelir;
Yâr oturmuş yele karşı.” mısralarında, rüzgârın tesellisini hissettim, serinliğini içtim, sohbetini dinledim, okuyadurdum.
*
“Görmediğimiz” bir “rüzgâr” okşuyor alnımızı.
Tutmak istiyoruz; tebessüm ediyor, yakınının yakınındayım, diyor.
Huuu... diye kulağıma, gözlerime sonsuz bir fısıltı, ışıltı bırakıyor.
“Görünmeyen” bir rüzgârla “aşk” yaşıyorum, işte!
“Görünmeyen” bir rüzgârın “apaçık/apâşık” bir aşkı...
*
Nereye gitsem orada yumuşacık bir el dokunuyor ellerime, alnıma yüzüme, gözlerime...
Bu görünmez, bulunmaz bir incelik...
Lâtif’ten her dem yağan lâtifeler...
*
Meselâ yapraklara baksana. Nasıl da titreşiyorlar öyle!
Kedilerin tüylerine bak; üzerinde yumuşacık bir el geziniyor.
Ekinlere bak; saçları taranıyor incitilmeden... Arada gelincik muhabbetleri... Açılıp kapanıyor; o rüzgârdan hafif kızıl, çocuksu tebessümler...
*
Haberler geliyor nerelerden ve nerelere ulaşıyor.
Bak “postacı” geliyor; çantası dolu mu dolu...
Çiçeklerarası muhabere mi dersin; polenler, tozlar oradan oraya mı; tomurcukların açılması mı...
Bu “rüzgâr gibi” çabuk işlerin hangisini sayayım! Bildiğim; üstüne aldığı işi “rüzgâr süratinde” yerine getirdiği...
*
Okumak işte, rüzgârların taşıdığı bu mektupları:
Ya Lâtif...
Ya Rahîm...
Ya Habîr...
*
Sesler geliyor kulağıma. Şu ufacık radyonun içinde ne var?
Ne var şu “akılsız” telefonun, telgrafın tellerinde?
Bak; kuş olup uçuyor tayyare!
Hey, bu resimler havadan gelip de nasıl konduruluyor bu camların, perdelerin üstüne?
Otomobil uçar gider ha! Muavin, baksana şu lastiklerin havasına!
Hey be, ne kolay yaşatılıyoruz öyle!
*
Hava atıp geziyoruz da havayı bir çekse Havacı; görürüz hava atmak neymiş!
Anında ölürüz.
Gürül gürül yaşıyorsak; öylesine nezaketli, havalı ikramların içindeyiz ki...
Balık derya içinde deryayı bilmez ya...
Farkımız olsun balıktan da... havanın içindeyken havayı, Havacı’yı tanıyalım.
Nefeslerimizin her nefes Huuu’sunu duyalım.
*
Sözü, Kuddüs’ün her ân tertemiz hava gönderdiğini gören şairlerden Ziya Osman’a bırakalım:
“Alıp verdiğin her nefes;
Birbirinden mukaddes...” diyerek belki de çok zaman duymadığımız nefesleri[n nefasetini] hatırlatıyor şair.
Ve biliyor her rüzgârın ilk ve son estirildiğini.