Dünyada ve Türkiye’de bütün gündemleri geri plâna iten koronavirüs salgınını sonrasında, siyasi iktidarın “tâlimatı”yla Diyanet cami ve mescitlerde Cuma’nın yanısıra vakit namazlarının da cemaatle kılınmasına “ara verdi” ve idrâk edilen mübârek Mi’rac gecesinde dahi cami ve mescitler kapatıldı.
Bu hal, öncelikle mânevî cihetiyle Bediüzzaman’ın tefsiriyle “Ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın (insanların) o zâlim eşhasın (şahısların) harekâtına fiilen veya iltizamen (tarafgirlik göstermesiyle) veya iltihaken (bizzat işleyip katılarak) taraftar olmasıyla mânen iştirak eder, musîbet-i âmmeye (umumî mûsîbete) sebebiyet verir” dersindeki mânâyı okutturdu. (Sözler, 158)
Deprem, sel, çığ, fırtına ve hastalık gibi semâvi ve arzî umumî afet ve musibet zamanlarında, büyük zorluklara dûçar olunduğunda Peygamberimizin, “Allah’ın fazlından isteyin, çünkü Allah kendisinden bir şey istenmesini sever; en faziletli ibâdet (duâyla) bir sıkıntının kalkmasını beklemektir” çağrısıyla “belâların def’ine ehemmiyetli bir vesile ve umumî bir sadaka” cami-mescitlerdeki ibâdet iken yapıl(a)maması hasareti yaşandı. (Tirmizî, De’avât, 116)
Yine Peygamberimizin hadisleriyle, umumî belâlara, musibetlere karşı rahmet kapılarını açmak için cemaatle ibâdet ve duâ daha da ehemmiyet kazanırken ve “Böyle umumî musîbetler, ekser nasın (insanların) hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri (kısm-ı azamı) tevbe ve nedâmet ve istiğfar etmekle def olur” hakikatiyle, “cezâ-yı amel bir azap olan musîbete karşı, ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyâz ve hazînâne yalvarmakla ve pek ciddî nedâmet ve tevbe ve istiğfar ile (…) dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmek ve duâ ve o hale mahsus ubûdiyetle mukabele etmek” icab ederken, camilerde bu yapılamadı (Emirdağ Lâhikası, 32-33)
CAMİLERDE SİYASET SAYGISIZLIĞI…
Vaziyet şu ki, musibetin cami ve mescitlerin cemaatle ibâdete kapatılmasına varan süreç, “Ekseriyetin hatasına terettüp eden (neticesi olan) musibet-i âmmenin (umumî musîbetin) devamına ve idâmesine (sürdürülmesine), belki teşdidine (şiddetlenmesine) kader-i İlâhiyeye fetva verdiriyor” hükmünü düşündürüyor. (Kastamonu Lâhikası, 24)
Ve “Cuma ve kandilde camilerin kapısına neden kilit vuruldu?” ve “cami cemaati neden cemaatle namazdan men edildi, hangi fiilleriyle insanlar camilerden uzaklaştırıldı?” sorularını sorduruyor.
Geriye dönüp bakıldığında görünen o ki, özellikle bu iktidar döneminde tam bir sorumsuzlukla camilerde, vaaz ve hutbelerde iktidar partisinin propagandası yapıldı. Kürsülerde, minberlerde, siyasilere medhiyeler dizen konuşmalar yapıldı. Cami meşrutalarında siyasi toplantılarla iktidar partisi adayları tanıtıldıCamiye giden farklı siyasi kanaatteki Müslümanlar rencide edildi.
Dinî açıdan fevkalâde mahzurlu olan ve “meleği şeytan, şeytanı melek” gösteren vahim çarpıtmalarla politikacılara ipe sapa gelmez benzetmeler yapıldı. Dini istismar ve istimal öyle bir raddeye vardırıldı ki tahriklere tepkiyle bazı cemaat fertleri Cumayı ve camiyi terk etmek durumunda kaldılar!
Kısacası, camiler âdeta siyasetin arenası haline getirildi; dini kendisine inhisarla siyasi rakiplerini “din dışı” hatta “din düşmanı” olarak lanse eden çirkin isnatlara tevessül edildi.
DÜNYEVİLEŞMEYE BİGÂNE KALINDI!
Dahası son yıllarda gittikçe yaygınlaşan “Ramazan şenlikleri” paravanında, ibâdet, duâ, tevbe ve istiğfar zamanı olan Ramazanın mânâ ve mâhiyetiyle bağdaşmayan oyun ve eğlenceler yaygınlaştırıldı.
Çoğu iktidara mensup belediyelerin sponsorluğunda, milletin parasıyla, büyük masraflarla birçok şehir ve kasabada Ramazan geceleri, tam gaz süren müzik ve eğlence karnavalına çevrildi. İftarlarda en üst düzeyde politik söylemlerle siyasi rakiplere ağır siyasi salvolarla tahkirler savruldu.
Camilerin ibadete kapatılması, bütün bunların üzerine geldi. Kaderin ibretli bir ikazı olarak.
Elbette ders ve ibret alana…