AKP iktidarında, “tek kişilik rejim”de “dünyevîleşme-ticarileşme” yozlaşmasıyla içi boşaltılan cemaat ve tarikatlar siyaset üzerinden devletin güdümüne alındı.
Aslında devletin dinî cemaat ve grupları tasfiye ameliyesi, 24 Ekim 2005’te MGK’da hazırlanıp 20 Mart 2006’daki Bakanlar Kurulu’nda kabul edilen, “gizli anayasa”-“kırmızı kitap” diye tanımlanan Millî Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) “iç tehdit” bölümünde, çıkarılan “irtica tehdidi”nin yerine “din istismarı”nın yazılmasıyla sinsi bir biçime sokuldu.
Başta PKK olmak üzere “aşırı sol örgütler”le birlikte cemaatler-tarikatlar “aşırı dinci örgütler” yaftası altında tek tek sayılarak “yoğun tâkibat”a tabi tutuldu.
Peşinden altında Erdoğan’la dönemin kurul üyesi bakanlarının imzasının bulunduğu “Nurculuk faaliyetleri ve Gülen grubunun yurt içi ve yurt dışı faaliyetleri”ne dair 25 Ağustos 2004 tarihli 481 sayılı MGK kararı uyarınca, Başbakanlık Uygulamayı Tâkip ve Koordinasyon Kurulu’nun “irtica ile mücadele”ye dair “gizli” damgalı “eylem plânı” uygulamaya konuldu.
“ÖRGÜT” KAPSAMINDA “TÂKİP VE FİŞLEME”!
Yine bu maksatla Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’nın 9 Kasım 2009’da 81 valiliğe gönderdiği yazıyla “Türkiye genelinde bütün dinî akım ve tarikatların millî güvenliği tehdit ettiği” kaydedilerek “yurtiçi ve yurtdışı faaliyetleri”nin izlenmesi ve fişlenmesi”ne dair dinî cemaatlerin/grupların izlenip fişlenmesi direktifleri verildi.
Ayrıca Başbakanlık Müsteşarının bakanlıklara, MGK’ye, MİT’e, YÖK’e gönderdiği “gizli” ve “kişiye özel” yazışmalar ve “geri bildirimler”de “İrticaî Faaliyetlere Karşı Yürütülecek Ek Eylem Plânı”nda dinî cemaat ve grupların tâkiple fişlendiği tescillendi.
Sözkonusu “eylem plânları”yla kamu kurumlarında başarılı bürokrat ve yöneticiler “kategorizasyon fişlemeleri”yle görevlerinden alındı; bilhassa Millî Eğitim’de hayatlarını eğitime adayan yüzlerce tecrübeli eğitimci “cemaatlere yakınlık” vehmiyle Kanun Hükmünde Kararnâmeyle “havuz”a atılarak bir nevi “uzaklaştırıldı.”
Yine 26 Şubat 2014 MGK kararı ile MGSB’nin dinî cemaat ve yapıları “potansiyel tehdit unsuru” saymasıyla hazırlanan “eylem plânları” yenilenerek başta “Nurcu gruplar” olmak üzere “Süleymancı”, “Menzilci”, “Nakşıbendi”, “Kadiri” denilen benzeri kategorilerle birçok cemaat ve tarikat “birinci derecede hassasiyetle izlenip fişlenecekler” listesine alındı. Ve MİT Müsteşarlığı’nın 15 Ocak 2014 tarihli yazısıyla “yurt içi ve yurt dışı kaynaklı tüm dinî fraksiyonlar, cemaatler ve tarikatlar ‘örgüt’ kapsamına alınıp ‘plânlı hedef öncelikleri”yle ‘sistematik tâkiple fişlendi.” (Anadolu’da Vakit, 29. 4. 2010; gazeteler, 17.1.14)
SİYASETİN “APARATI” HALİNE GETİRME…
Bu arada “diğer organize suç örgütlerine ait çalışmaların sonlandırılması” emredilirken “MİT’in tâkip ettiği dinî gruplara/yapılara yönelik espiyonaj/kontrespiyonaj faaliyetlerin, içeriden eleman temini dahil her türlü teknik vb. çalışmaların yürütülmesi; devlet kurumlarına girmiş cemaat mensuplarının tespiti ve bildirilmesi,” hatta “konunun terör örgütlerinden de öncelikli bir konumda ele alınması” emredildi. Hukukçu Prof. Mustafa Erdoğan’ın tesbitiyle, “Ak Parti devletleştikçe değişmeyen ‘derin devlet projesi’ni üstlendi.” (gazeteler, 20.1.14)
Ve 15 Temmuz “darbe girişimi”nin hemen ardından “20 Temmuz darbesi”yle getirilen OHAL KHK’leriyle bir cemaat üzerinden “darbe’ye karşı operasyon” paravanında yüz binlerce kamu görevlisi, sahte ihbarlarla, istihbarat jurnalleriyle sorgusuz-sualsiz ihraç edildi.
Bunlar yapılırken, bütün dinî cemaat ve tarikatları “siyasetin aparatı”, “parçası” ve “oy deposu” haline getiren operasyonlarla tasfiye tezgâhı da işledi, işliyor. Ve ne yazık ki birçok cemaat ve tarikat hâlen bu tasfiye tezgâhına getirildi, getiriliyor…