Gerçek gündemin ağırlığı ve uyduruk polemikli yoğun sun’i gündemin karambolunda gürültüye gelen konulardan biri de Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki haklarının ve hukukunun kaybı oldu.
Kıbrıs Rum Kesimi’nin davetiyle Amerikan şirketlerinin başını çektiği devlet ve şirketler bölgeye “serbest ticaret bölgesi anlaşması” paravanında girerek, Yunanistan ve İsrail’in yanısıra İtalya ile Mısır ve Lübnan’ın oluşturduğu “çokuluslu konsorsiyum”la bölgedeki üç trilyon dolarlık doğalgaz rezervleri “rezerve” edilmiş.
Süreçte Doğu Akdeniz’de KKTC’yi ve Türkiye’yi by pass eden emrivakiye karşı Ankara’nın navtex (denizcilere duyuru) ilan ettiği bölgede araştırma yaptıkları bildirilen Oruç Reis ve Barbaros gemileri tam da Atina’nın istediği gibi aylardır “bakım ve ikmal için” Türkiye limanlarına çekilmiş.
Navtex ilanlarına karşı “bölgedeki tüm gemilerin kıyı ve seyir emniyetini tehlikeye atan bir şımarıklık” içinde çok farklı tezleri dayatma peşindeki Yunanistan’la masaya oturulmuş; kıta sahanlığı ve deniz mili taleplerini de içine alan “istikşafi görüşmeler” perdesinde müzâkereler sürüyor.
En üst düzeyde “Türkiye ne Oruç Reis gemimizin, ne ona refakat eden donanma unsurlarımızın faaliyetlerinden en küçük bir geri adım atmayacaktır” sözüne mukabil Ankara’dakilerin “mavi vatan” söylemleri boşa çıkmakta.
RESTLERİN ARKASI GELMEMİŞ…
Belli ki “Ey Trump!” “Ey Amerika!” diye iç kamuoyunun önünde güya “ayar verme” propagandası yapılırken, Washington’un baskısı sonucu S-440 füzelerinin hangarlara kaldırılmasıyla ve milyarlarca dolar verilen F-16 savaş uçakları programından resmen çıkarılmamızla kalınmamış; Yunanistan’da mevcut askeri üslere yenilerini eklemeye çalışan ABD’nin “talebi”yle Türkiye’nin bölgede araştırma gemileri limanlarda bekletiliyor.
Dışişleri güçlü ve etkin bir diplomasi yürütemeyince Akdeniz’e en uzun sahili olan Türkiye Doğu Akdeniz’de dışlanmış. “Dostum Trump”tan sonra Cumhurbaşkanı’nın “dostluğumuz ve oturup konuşmuşluğumuz var” dediği, ama aylardır telefonla bile görüşemediği Biden yönetiminde de dış politika tehdit ve şantajların kıskacında.
Ve İsrail’le ilerletilen ilişkiler çerçevesinde Moshe Dayan Enstitüsü’nce “İsrail Türkiye’nin denizaşırı komşusu” teziyle “Türkiye ile İsrail arasındaki deniz yetki alanları” kapsamında Akdeniz’de Güney Kıbrıs’ın hak iddia ettiği 16 bin km’lik parsellerin İsrail’e devredilmesi avantajı sunuluyor.
Tesbit şu ki Cumhurbaşkanı’nın, “Savaş gemilerimiz, hava kuvvetlerimiz ve diğer güvenlik birimlerimiz bölgedeki gelişmelere her türlü müdahaleyi yapma yetkisiyle yakından tâkip ediyorlar. Türkiye’yi âdeta denize ayak basamayacak hale getirmeyi amaçlayan çabalara asla izin vermeyeceğiz” tekrarlı restlerinin arkası gelmemiş.
ANKARA HÂLÂ KINAMAKLA KALIYOR…
Keza “Bizim için Afrin ne ise Ege’deki, Kıbrıs’taki haklarımızla Doğu Akdeniz’deki doğal kaynak haklarımız odur! Doğu Akdeniz’deki doğal kaynakların ülkemizi ve KKTC’yi dışlayan gasp girişimlerini kesinlikle kabul etmeyeceğiz” çıkışı mâkes bulmamış.
Zira Rum Yönetimi, ABD, İsrail ve Yunanistan’ın işbirliğiyle Kıbrıs adasının kıta sahanlığında ve bütün Doğu Akdeniz’de sondaj ve arama çalışmalarına dair plânlarını uyguluyor. Türkiye ve KKTC’nin haklarının gasbedilmesine yönelik projeler adım adım ilerlerken “tek kişilik yönetim”de Ankara kınamakla kalıyor.
Uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve çıkarlarını korumak için gerekli diplomatik ve siyasi adımları kararlılıkla atması gereken Türkiye Doğu Akdeniz’de neden bu denli “tek başına yapayalnız” kaldı?