“Mahkemelerin ve hâkimlerin görevlerinde bağımsızlığı”nı esas alan Anayasanın 138. maddesindeki “hiçbir organ, makam, merci ve kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamayacağı” kaydının yanısıra 140. maddesindeki “Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifâ ederler” hükmü “hâkim teminatı”nı güvence altına alır.
Keza “yasama ve yürütme organları ile idâre, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idâre, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” denilir. Yargıda görülmekte olan bir dâva hakkında millet irâdesinin temsilcisi Meclis’te bile yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyânda bulunulamaz.
Adâlete, Cenâb-ı Hak’ın “Adl” ismi ve “Âdil-i Mutlak” sıfatı ekseninde bakan Bedüzzaman’ın, “hürriyetle, hukùk-u hürriyetini müdafaa hakkı”yla gerçek bir adâlet için, evvela “mahkemenin hürriyet-i tammesi (tam hür ve bağımsızlığı)”nın gereğini izâhının anlamı budur. (Tarihçe-i Hayat, 201-2)
HÜR VE BAĞIMSIZ OLMAYAN ADALET, ADALET DEĞİLDİR
Ne var ki özellikle 15 Temmuz Hâdisesinin ardından, OHAL KHK’larıyla “suçun şahsiliği” ve “mâsumiyet karinesi” hiçe sayılarak, “irtibat” ve “iltisak”la ikinci-üçüncü derecede akrabalarının dahi işlerinden edilmesi, âdeta “sizi suçluyoruz, mâsum olduğunuzu ispat edin!” türü hiçbir hukukta olmayan garabetlerle “haklarında hiçbir delil bulunmadığı için insanların yıllarca iddianamesi bile hazırlanmamış isnadlarla tutuklu bırakılması, yargısız, sorgusuz, suâlsiz, tek kelime savunmaları alınmadan “istihbarat raporları”yla, imzasız sahte ihbarlarla 100 binlerce kamu görevlisinin ihracı ve özel sektör çalışanılanın işinden edilmesiyle yaygınlaşan haksızlık ve mağduriyetler sürüyor.
Bu bakımdan, yüksek yargı mensuplarının ve Meclis eski başkanlarının ikrarıyla yargıya güven sıfıra inmiş. Hukukçuların yakınmasıyla vatandaşlar, mahkemede haklarının savunulup korunabileceğine inanmıyor. Zira beş bini bulan hâkim ve savcının tasfiyesi, sadece yüzde 4’ünün göreve iâde edilmesi; hâkimlerin, hukukun temel ilkeleri ve kanunlar çerçevesinde âdil yargılamayı yapamamaları, vicdanî kanaatine göre karar vermekten “korkmaları -korkutulmalarıyla” daima “tehdit ve şantaj altında bulunmaları” mahkemelerin âdil karar verme zeminini tamamen tahrip etti. 28 Şubat postmodern darbesinde karargâha çağrılan yargı mensuplarına darbecileri alkışlatılmasına benzer şekilde Saray’a çağrılan hakim savcı adaylarına partili cumhurbaşkanının ayakta alkışlatılması garabetleri sergilendi.
Bu bakımdan yürütmenin başı olarak Cumhurbaşkanı’nın en son bir eski askerin tahliyesine itirazla açık açık hâkimleri itham edip “tâlimatını verdim” çıkışında açığa çıktığı gibi sık sık “tâlimatla” yargıya müdahalesi ve mahkemelerin kararlarının dinlenilmemesi skandalıyla yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı berhava ediliyor, hukuk ve adâlet buharlaşıyor.
“ADALET MÜESSESESİ, HİÇBİR TARAFGİRLİĞE GİRMEZ”
Bütün bunlar, “Vicdan, liyakat ve ehliyete önem vermeliyiz. Rüşvet- ahlaksızlık gene devam ediyor” diyen Yargıtay Başkanı’nın “Devletimiz büyük sıkıntıya girecek” tesbitini haklı çıkarırken, Adalet Bakanı’nın ifâdesiyle darbeyi, darbecileri yargılayan hâkimler bu tarzda töhmet altında bırakılıyor.
Neticede, Prof. Kemal Gözler’in “Hukuk, siyasetin ‘longa manus’u (siyasetin hukuka uzanmış eli) hâline geldi. Artık hukuk, siyaseti çerçevelendirmiyor; tersine siyasetin cenderesinde. Hâkimler ‘hukuk dışı faktörler’ altında” tahliliyle hukukun temel esasları çiğneniyor. (Türk Anayasa Hukuk Sitesi, 7.12.18)
Yargıçlar Sendikası Başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan’ın, “Adliyelerde hak arayanlar, siyasetin ve siyasetçinin etkisindeki davalarda taraf olanlar daha fazla hissediyor ve görüyor. Yaşadıklarımız bize siyasetin yargıdan elini çekmemesi halinde, bu isteğin sadece çok konuşulan bir ütopya olarak kalacağını gösteriyor” tesbiti Türkiye’de yargının çıkmazını özetliyor.
Ve “adâlet namına pek çok zulümlerin işlendiği” muallel süreçte Bediüzzaman’ın “gayet bîtarafâne bir merci” dediği “adalet müessesesi, hiçbir cereyana kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe girmez; hâkim ve
mahkemenin tarafgirlik şâibesinden uzak ve gayet bîtarafane bakması birinci şart-ı adâlettir” tesbiti yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının önemini ortaya koyuyor. (Tarihçe-i Hayat, 201-2)
Çâre bu…