Bir yandan “dezenformasyon yasası” adı altında “gerçeğe aykırı haberler” perdesinde siyasi iktidarın başarısızlıklarını eleştiren medya ve sosyal medya sindirilip susturulmaya çalışılırken, oluşturulan korku iklimi kırılganlığında kamuoyunu yanıltan dezenformasyonlar devam ediyor.
“Tek kişilik yönetim”de başta ağır ekonomik kriz olmak üzere eğitimden tarıma, sağlıktan, sanayiden dış politikaya bütün alanlardaki fiyaskoların üzerini örtme katakullileri gırla gidiyor.
Basın İlân Kurumu’nun kanuna aykırı olarak siyasi iktidarın hatalarını eleştiren gazetelerin ilân hakkını kesme hukuksuzluğuyla, RTÜK’ün “tepeden tâlimat”la siyasi iktidarı eleştiren televizyonlara verdiği ağır cezalarla basın ve ifade hürriyetini tahrip eden çarpık baskılara başvuruluyor.
Cumhurbaşkanı’nın “bu kardeşinize yetkiyi verin” sözüyle verdiği vaadlerin aksine fahiş zamların, enflasyonun, faizin, dövizin katlandığı ekonomik çöküşte yeni yeni manipülasyonlar tezgâhlanıyor.
BAŞKALARININ ESERLERİNİ KENDİNE MAL ETME GARABETİ
Bütün taahhüdleri boşa çıkmakla artık millete vereceği vaadi, söyleyeceği sözü kalmayan iktidardakiler, yirmi-otuz sene, hatta yarım asır önceki hükûmetlerin eserlerini kendine mal ediyor.
Hâlâ iktidara “psikolojik bağı” bulunan seçmeni bloke etmek ve özellikle gençlerin oylarını devşirmek için gerçeklerin çarpıtılmasına yelteniliyor.
“İnsafsızca propaganda” ile “kesinlikle hatasını kabul etmemek, her fiyaskoyu ‘dış güçler’e, başkalarına yüklemek, ne kadar büyük yalan söylense ve ne kadar tekrarlansa o kadar etkili olur hesabıyla göz göre göre gerçekler tersyüz ediliyor.
Bundandır ki 1954 doğumlu Cumhurbaşkanının “tek partili dönemde 75 öğrencili sınıflarda okudum” ifadesine benzer AKP’den 67 sene evvel 1955’te DP iktidarında inşa edilen “Ankara’daki Havalimanı”nı biz yaptık” çıkışıyla merhum Menderes’in eserlerini sahipleniyor.
“SIDKIN HAYÂT-I İÇTİMÂİYE-İ SİYASİDE ÖLMESİ” VAHAMETİ
“Nasılsa ne söylense kananlar var” saikiyle “siyasi iktidara iliştirilmiş yandaş meddah medya kanalları”, bütün bu telkinleri “doğruymuş” gibi sürekli tekrarlıyor.
Hâsılı, Bediüzzaman’ın “propaganda-i siyâset, yalana fazla revaç verdi” tesbiti tam tecelli ediyor. (Sözler, 452) Daha 1911’de Şam Emevî Camiinde yüzden fazla âlime, on bini aşkın cemaate hitâbesinde dikkat çektiiği “sıdkın (doğruluğun) hayât-ı içtimâiye-i siyaside (siyasi hayatta) ölmesi” vahameti sergileniyor. (Hutbe-i Şâmiye, 26-27)
Maksat, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in devre dışı bırakıldığı “otoriter ucûbe sistem”de dibe vuran “hibrit demokrasi”yi kamufle etmek, “tepeden tâlimatlar”la yargının “siyasetin sopası” olarak kullanılmasıyla dayatılan haksızlık ve hukuksuzlukları perdelemek.
Seçim öncesi yine “kimlik siyaseti”yle kin ve öfkeyi tahrikle tetikleyen kamplaştırma - kutuplaştırma kargaşasında toplumdaki ekonomik yıkım travmasını karambola getirtmek…
Ne var ki “millet uyanmış; mugalâta (yanıltıcı çarpıtmalar) ve cerbeze (demagoji) ile iğfal olunsa da devam etmeyecektir” tesbitiyle “hakikat telâkki olunan hayalin -yalanın, aldatmanın, hilenin- ömrü kısadır”; gerçekler bir bir açığa çıkıyor. (Divân-ı Harb-i Örfî, 51)