Türkiye şehidlerine ağlarken, Silâhlı Kuvvetlere ait C-130 kargo uçağının Azerbaycan dönüşü Gürcistan hava sahasında düşmesinin sebepleri tartışılıyor.
Uçağın teknik arıza, hava savunma sistemi müdahalesiyle parçalanması, mühimmat patlaması, sabotaj, havada başka bir hava aracıyla çarpışma ya da pilotaj hatası veya hava ve mevsim şartları benzeri kazaya uğradığı teknik değerlendirmeler arasında.
Ancak uçağın 57 yaşında olması sebebiyle yorgunlukla gövdesinde ya da motorlarında kritik bir teknik arızanın meydana gelebileceği ihtimali, 23 yıllık AKP iktidarında ve “devrim yapıldığı” iddialarına karşılık Türkiye’nin silâh ve savunma sanayiini yenilemediği vakıasını bir defa daha sözkonusu ediyor.
Bu durum, Dışişleri Bakanı’nın “Şu anda almayı beklediğimiz F-35 ve Kaan’ın motorlarının lisanslarının hayata geçirilmesi ve motorların gelmesi lâzım ki üretimi başlayabilsin” açıklamasıyla yılardır her seçim öncesinde siyasî iktidarın “yerli ve millî savaş uçağı” olarak propaganda ettiği uçağın ABD tarafından tedâriki beklenen motorlarının lisanslarının verilmediği, dolayısıyla uçağın üretiminin durdurulduğu gerçeğini gündeme getiriyor.
Gerçek şu ki bizzat Bakan’ın ikrarıyla Kaan’ın bugünden yarına F-35’in yerini almasının imkânsız olması, her defasında Cumhurbaşkanı’nın “dostum” demesine karşılık kendisine “övgüler” dizen Trump’ın imzasıyla yine yıllardır Türkiye’nin parasını verdiği altı adet F-35 uçağının verilmemesini mevzubahis ediyor.
Elindeki F-16 uçaklarının modernizasyonunu yapamayan Türkiye’nin 2.5 milyar dolar ödediği altı adet F-35 uçağını alamaması, milyarlarca dolar harcadığı “üretim programı”ndan çıkarılması siyasî operasyonları vahameti ifşa ediyor.
Savunma sanayii uzmanlarının tesbitiyle, İtalya’nın 24 tanesini 6.5 milyar sterline almasına karşı Ankara’dakilerin aynı uçağın 20 tanesi için 8 milyar sterlin ödemekle yüzde 48 daha pahalıya İngiltere’den Eurofighter’ı satın almaya mecbur kalmasının âlâ-yı vâlâyla reklamın perde arkasını aralıyor.
Ve “tek adam yönetimi”nde doğru dürüst bir plânlamanın yapılmadığı, tamamen günübirlik, içte siyasî propagandaya dönük bir vizyonsuzlukla hareket edildiğini ortaya çıkıyor.
VAZİYET
Halk Bank ve Zarrap davaları fiyaskosu
Cumhurbaşkanı’nın son Amerika ziyaretinde karambola getirilen konulardan biri de 2019’da iddianamesi yazılan Amerika’daki “Halk Bank davası”nın geçiştirilmesi oldu.
Hatırlanacağı üzere, bazı bakanlara ayakkabı ve çikolata kutuları içinde verdiği rüşvetler, hediye ettiği 300 bin franklık saatlerle tartışılan, ancak “AKP’ye darbe girişimi” olduğu iddiasıyla serbest bırakılıp ABD’ye kaçan Rıza Sarraf’ın, ABD’de gözaltına alınıp tutuklanması ve savcıyla işbirliğine gitmesiyle Halkbank dosyası yeniden açıldı.
Bankanın Türkiye, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki paravan şirketleri kullanarak İran’ın ABD yaptırımlarını ihlâli suçuna milyarlarca dolara varan şantajlarına, bir kez daha Trump’un imzasıyla “Amerika’nın hasımlarıyla yaptırımlar yoluyla mücadele yasası (CAATSA)” kapsamında bir dizi ek ağır ekonomik yaptırım dayatıldı.
Türkiye “2012-15 yılları arasında bankasının İran, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden sahte gıda ticareti gösterilerek yaklaşık 20 milyar dolarlık gizli transferiyle Türkiye dolandırıcılık, kara para aklama ve komployla İran’a yönelik ABD yaptırımlarının petrol gelirlerinin altın ve nakit transferiyle delmek”le suçlandı.
Ziyaret öncesi “Cumhurbaşkanı kararı”yla peşinen “ABD menşeli’ birçok ürünün ithalatında gümrük vergilerinin kaldırılması”, milyarlarca dolarlık 250 Boeing uçağı siparişi, Rusya’dan 210 dolara alınan doğalgaz yerine binlerce kilometre uzaktaki Amerika’dan 70 milyar dolarlık 614 dolara sıvılaştırılmış gaz alımıyla Türkiye’nin enerjide yeni dış bağımlılıklara mahkûm edilmesi gibi bir dizi tek taraflı “tâviz kıyağı” da kâr etmedi.
“Dostu Trump”a 100 milyon dolar karşılığı “Halkbank davasının yargılamadan muaf tutulması” ricası yerine getirilmezken, Amerikan Yüksek Mahkemesi’nce davanın reddedilmesiyle Türkiye yeniden 100 milyonlarca dolar tazminata mahkûm edilmekle karşı karşıya bırakıldı.
Böylece Trump’la görüşme sonrası “sorunun çözüldüğü”nü söyleyen Cumhurbaşkanı’nın, “Sayın Trump, ‘Halk Bankası problemi bizim için bitmiştir’ dedi. Bu önemli bir siyasî irade beyanıdır, bizim için de kıymetlidir. Temennimiz, bu süreçlerin bir an önce olumlu şekilde neticelenmesidir” beklentisi bir defa daha havada kaldı.