12 Eylül sürecinde MSP yerine kurulan Refah Partisi canibinden dindar camiaya ve dinî hizmetlere büyük bir darbe indirildi. Partililer ve diğer büyük cemaatlerin coğu Türkiye’yi “darü’l-harp ilân ederek İslâm ahlâkının temellerini bozacak işlere giriştiler.1
“Darü’l-İslâm, Müslümanların hâkimiyeti altında bulunup Müslümanların emn ve eman/güven içinde yaşayarak, dinî vazifelerini ifa ettikleri yerlerdir. Müslümanlarla müsalaha/antlaşma bulunmayan gayr-i Müslimlerin hâkimiyeti altında bulunan yerler de darü’l-harptir.2
İmam Azam ve İmam Muhammed gibi bir kısım Hanefî müçtehitlerine göre, darü’l-harp sayılan yerlerde bir Müslümanın gayr-i Müslimlerden faiz alması, onlara içki ve domuz eti satması, kumar oynaması, bu fiillerin gayr-i Müslimlerce meşru olduğu ve Müslümanların bu meşruiyetten faydalanması caiz kabul edilmiştir. Diğer üç mezhep imamıyla Hanefî mezhebinden İmam Ebu Yusuf’un içinde bulunduğu müçtehitlerin çoğuluna göre Müslüman kişi, her yerde İslâm’ın hükümleriyle amel etmekle mükellef olup faiz, kumar gibi İslâm’a uymayan işleri yapması caiz değildir. 3
Ehl-i Sünnetin bütün Fıkıh mezheplerinin koydukları ölçülere göre Türkiye, darü’l-harp kapsamına girmemektedir. Buna rağmen o dönemde başta Refah Partisi olarak diğer büyük cemaatlerin çoğu, Türkiye’yi darü’l-harp ilan ederek bankalardan faiz alışverişinden, devletin akçeli işlerinden menfaat elde etmeye, devlete karşı silahlı mücadele vermeye kadar normal şartlarda caiz kabul edilmeyen işleri meşru kabul ederek bu işleri teşvik ettiler. Onlar, zengin olmak, kısa yoldan köşeyi dinmek için faiz, hayalî ihracat gibi birçok faaliyetin içine girdiler. 4
T. Özal iktidarı, bu işlerin rahat yapılacağı bir zemini açmış idi. O dönemde bankalar, iktidarın yandaşlarına ve ‘ yolunu bulan kişilere’ ulufe dağıtır gibi teşvik kredileri dağıtmaktaydı. Darü’l-harp fikrini kabul eden gruplar, bu durumu fırsata çevirdiler. O dönemde, günümüzde yapıldığı gibi meşru olmayan yollardan devlet malıyla zenginleşen dindar kimlikli bir zümre türemişti. Bu da Müslümanların imanlarını ve iman hizmetlerini derinden tahrip etmişti. 5
Ancak o zamanlar büyük cemaatler içinde ülkemizin darü’l-harp olduğu fikrini kabul etmeyen sadece Nur Talebeleri idi. Onlar, dindar camiada hastalık gibi intişar eden bu anlayışla çok mücadele ettiler. Ama bu fikrî benimseyen Müslüman gruplar, Ehl-i Sünnet mensupları oldukları halde bunda ısrar ediyorlardı. Bu gruplar iman ve Kur’an hizmeti yapma yerine siyasî mücadeleyi ön plana aldılar. Zira onu din hizmeti gibi kabul etmekteydiler. 6
O dönemde Türkiye’de bu darü’l-harp fikri ve onun hayata geçirilmesi, Nur Talebelerin aksi yöndeki gayretlerine rağmen dindar camia ve toplumun manevî dünyasında onarılması çok zor yaralar açtı. İnsanların kafaları karıştı. İman ve Kur’an hizmetlerinin toplum nezdindeki etkisi zayıfladı.
Dipnotlar:
1. M.Kutlular, İşte Hayatım, s.327 vd.
2. Bilmen Ömer Nesuhî, Hukuk-u İslâmiyye ve Istilahat-ı Fikhiyye Kamusu, 3/ 394.
3. Sorularla İslâmiyet: wikipedia.org.com.tr.
4. M.Kutlular, İşte Hayatım, s.327 vd.
5. Age., s.327 vd.
6. Age., s.328 vd.