İlim nur olmaktan çıktı. Asrımız, garip bir tezatlar mevsiminde nefes alıyor.
Her köşede bilgi çağı denilen bir gürültü, her elin avucunda milyarlarca kelime... Lâkin o kelimelerin altında ezilmiş bir mânâsızlık, bir ruh boşluğu, bir idrak yoksunluğu var. İnsan, artık çok biliyor ama az anlıyor. Ezber artıyor, tefekkür azalıyor. İlim, hikmetten koparılmış. Bilgi, imanla irtibatını kaybetmiş. Düşünen insanın yerini, konuşan makineler; idrak eden aklın yerini, ezberle dolmuş zihinler alıyor. Eskiden cehalet, okumamışlıkla tarif edilirdi. Şimdi ise diploma ile tescilleniyor. Zira bir insan, nice kitaplar okuyup, nice makaleler yazar. Lâkin kalbinde bir nur parlamamışsa, o bilgi, yalnızca zihne yığılmış bir yüktür. Bediüzzaman, Hakikat Çekirdekleri kısmında şöyle diyor. “İlimde iz'an-ı kalb olmazsa, cehildir. İltizam başka, itikad başkadır.” Zira nur, kalpten akla yürür; akıldan kalbe değil. Bugün ise ilim, kalbi terbiye eden bir hikmet olmaktan çıkmış; kuru bir ezberin, kör bir rekabetin, manasız bir gösterişin aracı hâline gelmiştir.
Mekteplerimiz, evvelâ ruhu, sonra da fikri unutmuş durumda. Eğitim, insanı insan yapan değil; insanı ölçüye, nota, puan ve istatistiğe sıkıştıran bir sistem hâline gelmiştir. Talebe artık hakikati arayan değil, sistemi memnun eden bir varlığa dönüştü. Test kitaplarının arasında, insanın iç dünyası boğuldu. Diploma, liyakatin değil, sabrın nişanı oldu. Zira bir kimse yıllarca okuyabilir. Lâkin düşünmeyi öğrenmedikçe, o okumalar yalnızca bir zahmettir. Bir üniversite talebesi, binlerce kavramı ezberleyip bir satır tefekkür edemiyorsa; o, aslında ilmin değil, cehaletin temsilcisidir. Çünkü hakikî ilim, aklı nurlandırır, kalbi ısıtır, vicdanı titretir. Fakat bugünün eğitim düzeni, insanı makinaya benzetmiştir. Dersler bir program, öğrenciler birer veri, öğretmenler bir işlemci... Neticede ortaya çıkan, ruhsuz bir başarı, kalpsiz bir bilgi, manasız bir medeniyet.
İlim, eğer ahlâkla yoğrulmazsa, felaketin sebebidir. Zira tarih, nice zekilerin zulme, nice bilginlerin hıyanete vasıta olduğunu göstermiştir. Atom bombasını yapan da bir profesördü, ama o bilgi, insanlığa ışık değil, karanlık getirdi. Demek ki ilim, yalnız başına kurtuluş değildir. Bilâkis, eğer imanla yoğrulmazsa, en tehlikeli silaha dönüşür. Üstâd Bediüzzaman, örnek alınıp fen ve din ilimleri bir arada götürülmeli. Bugünün gençliği, ezberin prangasında. Her şey ölçülmüş, biçimlenmiş, sınırlandırılmış. Fikir üretmek yerine, tekrar etmek marifet sayılmış. Oysa düşünmek, bir cesaret işidir. Sorgulamak, bir direniştir. Fakat eğitim, sorgulamayı değil, itaati öğretiyor. Müfredat, aklı değil hafızayı büyütüyor. Kalbi değil hırsı besliyor.
Evet, cehalet yalnız okumamak değildir. Hakikati görmemektir. Kalbi kör, vicdanı sağır olan bir kimse, isterse bin kitap okusun, yine cahildir. Mekteplerin yeniden insan yetiştirmesi lâzım. Zira her diploma, bir zihnin değil, bir kalbin inşasını simgelemelidir. Gençliğin dirilişi, robotlaşmış akıllarla değil; imanla parlayan fikirlerle mümkündür. İlim, Allah’ın sıfatıdır. Cehalet ise şeytanın silâhı. Netice olarak diyebiliriz ki bugün cehalet, artık okuma-yazma bilmemek değil, okuduklarını idrak edememektir. Mektepler, diploma verir, ama hikmet veremez. O hikmeti, ancak kalbini hakikate açanlar bulabilir. Ve bir millet, okumuş cahillerle değil; düşünen, hisseden, inanan fertlerle yükselir.