Diyarbakır Anneleri; bir şivanın nağmesi veya elli senelik bir ağıtın, acılı yüreklerden tarihe yankısının sembolüdürler.
Bu annelerin sergüzeştleri ve yaşadıkları acıklı hikâyelerin, “Anneler ve Medreseler” konumuzla alâkasını, Diyarbekir’i yaşayarak gezdiğimizde, başka yönleriyle de hissettik.
Peygamberimizin (asm) haber verdiği “Ahirzaman” fitnesi ve bu fitnenin tetiklediği felâketler sebep gösterilse de; Şarka annelik yapmış medreselerin “resmen” yasaklanmaları, devletin devrimlerle medreseyi sistemden çıkarması; Kars’tan Kilis’e serhat boylarında yaşayan dindar halkımız üzerinde çok derin travmalar meydana getirmiş. Emzikli çocukların henüz altıncı aylarında sütten kesilmeleri ile halkın ve bilhassa masumların maddî-manevî gelişiminin yegâne kapısı medreselerin kapatılmaları aynı neticeyi vermiş: Şarkın gelişmesi çatışmalarla durdurulmuş.
Diyarbakır anneleri; Kemalistlerle Marksistlerin Kürtçe konuşan halkla gizli savaşlarında, ciğerparelerini kaybetmişlere bir sembol olabilir. 12 Eylül İhtilâli şartlarında devletin Marksistlere –metazori usullerle-teslim ettiği sözkonusu yavrularının yollarını, bekleyenler yalnızca Diyarbakır anneleri değil; Kars kadar Ağrı’dan, Muş, Bingöl, Elaziz, Van, Bitlis, Hakkâri, Şırnak, Siirt, Mardin, Batman ile Urfa’dan mahşere doğru akan gözyaşlarının sahipleri de dağa kaçırılan yavrularının yollarını bekleşiyorlar. Kimi, dünyada ve bir kısmı da berzahta…
Allah’a ve Peygamberine düşman Marksistlerle Kemalistlerin, medreselerini yıktıkları yalnızca şarklılar değildi. Münafık dinsizlikle materyalist dinsizliğin birlikte çalıştıkları projede, Türkiye’nin bölgeleri kayrılmadan ateşlere verildi… Gelgör ki; Diyarbakır’ın temsil ettiği halklar geleneksel medreselerinde ısrar edince, Kemalistler, Avrupa’nın sosyal Marksistlerinden yardım aldılar. 12 Eylül ihtilâliyle yardımlar, programlarla sistematik uygulamalarla; bölgedeki musibetzedelerin demokratlarla nisbeten başlattıkları medrese denemelerini de tahripettiler. Gelenekte ısrarcı Erzurum, Ağrı, Van, Hakkâri ve Siirt medreselerine Kürt ırkçılığını musallat ettiler… Kemalizm’le Marksizm bölgedeki medreselere ve medreselilere, ırkçılıkla hücuma geçmişti.
Şark Medreselerinin tarihçeleri Asr-ı Saadete dayanır. Tarih, Hz. Ömer döneminde Erzurum ve Diyarbakır’a gelerek Suffe Medresesinin şubelerini buralarda açan sahabe ve tabiinden bahsediyor. En az bin dört yüz senelik bir geleneği; Moğollara özenerek kaldırmaya çalışan Kemalistlerle Marksistlerin Kürtlere düşmanlıklarının birinci sebebi elbette medreselerinde, geleneklerinde ve İslâm milliyetlerindeki sebat ve ısrarlarıydı. Anne sütüyle paralel verilen bir eğitim ve terbiyenin kıymetini, Asya’yı cennete çeviren medeniyetlerin tarihçileri daha iyi bilirler.
Bediüzzaman Said Nursî’nin Şark Medreselerinin vefatıyla yaşadığı acıları, bir ağıt ahengiyle onun İhtiyarlar Risalesi’nden okuyanlar; yekpare taştan oluşan Van Kalesinin Anadolu Medreselerine nasıl mezar taşı olduğunu güzel hissederler. Sonra medreseleri yeniden ıslah ile ihyaya koşarken, sürgündeki gayretiyle Isparta’da açtığı manevî Medresetü’z-Zehra’sının, sair mazlum Anadolu ulemasınca nasıl takip edildiğini de göreceklerdir. Vâ esefa ki; Marksistlerle Kemalistler ülkemizin doğusunda ve batısında demokrasi güneşiyle birlikte açılmaya başlayan medreseleri, bu defa fitnelerle bitirmeye çalışacaklardı. Norşin’le birlikte Doğu’da Risale-i Nur’dan medetle hayata başlayan medreseler fitneyle tutuşturuldu. İttihad-ı İslâm’ın temelini buralarda atmaya çalışan muallim ve memurlar, devlet eliyle batıya tayin edilerek yerlerine ırkçı Kemalistler gönderilecekti. Devletin damarlarındaki Kemalist/Marksist vazifeliler; gündüz külahlı-gece silahlı, çocuklarımızı terör örgütlerine kurban için dağlara kaçıracaklardı. Ölenlerin mezarları dağlarda kaldı ve imanlarını kaybedenler ise gurbet ve sılaya yayıldılar. Şark’ın belki yüzbinlerce ciğerparesi İslamiyet’ten koparak dinsizlikle sefahat ve küfre yuvarlandılar.
Ne Diyarbekir, ne de Erzurum anneleri, zamanımızın Moğollarını tanıyamadılar. Kur’ân’ın ahirzaman atlasıyla istikbali tanıtan Bediüzzaman’ı da dinleyemediler. Kader de bedel olarak çoklarını; güzelim vatanlarından metropollerin varoşlarına; cehalet ve zaruretle sürgün etti. Ağlayanlar ve bekleşenler yalnızca Diyarbekir anneleri değildi; Erzurum, Van ve Bitlis’teki anneler de ağlıyorlardı…