Osmanlı tarihini karalamak isteyenlerce en çok kullanılan argümandır; saray entrikaları... “Padişahlar güzel eşlerinin tesiriyle, oğullarını katletmiş, olmayacak işlere sırf onların gönlü olsun diye imza atmışlardır.
Saray, kadınların başını çektiği birçok kanlı olayın müsebbibi olmuştur” gibi birçok tenkit yapılır. Gerçekten harem siyasete karışmış mıdır? Cevaba geçmeden önce sorunun günümüze uyarlanması lâzımdır. Eşi doktor olan bir hanımın, o camiayı tanıması ve malûmat sahibi olması başka, eline neşter alıp ameliyat yapması başka bir şeydir. Ya da sözgelimi çay alımının yapıldığı bir ailede ev halkının gündeminde bu mevzunun olması gayet tabiî birşeydir. O halde siyasetin bütün kurallarının icra makamında olan aile reisinin, yani padişahın siyasetinin şekillenmesinde evinin tesirlerinin etkisinin varlığını kabullenmek zor olmasa gerektir. Kısacası siyaset haremi etkiler, bazen de harem siyaseti etkilemiştir. Padişah eşleri ve anneleri, padişahın siyasî otoritesinin şekillenmesine göre, bazen mağdur, bazen de en itibarlı şahıs olarak başrol olabilmişlerdir. Konumuza başlarken izahını yapmaya çalıştığımız adalet-i izafiye düsturunun şekillendirdiği Osmanlı Kanunnamelerinde; devletin bekası esastır. Devletin yıkılmasına sebebiyet verecek bir durumda şahısların feda edilmesi yoluna gidilir. Meselâ taht kavgalarının önünün alınması için, başa geçen padişahın kardeşini, bazen de oğullarını öldürebilmesi hükmü devreye girer. Dizinin yaşandığı dönemi baz alırsak, Hürrem Sultan’ı devlet işlerine karıştıran sebeptir bu. Şehzade Mustafa tahta geçerse, kendi oğullarını muhtemel bir ölüm beklemektedir, kendisine ise sürgün olarak eski saraya gidip çile çekmekten başka birşey kalmayacaktır. Tersi durum söz konusu olduğunda ise, Osmanlı Devleti’nin padişahtan sonra gelen ikinci ihtişamlı şahsiyeti olacaktır. Zamanı gelecek, oğullarından biri tahta geçecek, ama kendisi bunu göremeyecek, valide sultan olamayacaktır. Siyasetin acımasız kurallarının annelik şefkatini yaralayan hoyratlığıdır aslında, Hürrem Sultan’la Mahidevran arasındaki kıyasıya rekabetin bir ucu. Kasıtlı olarak gözlerden saklanan bir husus ise, harem deyince cariyelik ve padişah eşlerine yapılan çokça vurgudan dolayı, padişah annelerinin gölgede kalmasıdır. Oysa Harem-i Hümayunun en itibarlı şahsiyeti Valide Sultandır. Eğer resmî olarak böyle bir makam olsa, imparatoriçedir. Osmanlı Kanunnameleri, kadının devlet başkanı olmasına izin vermese de, tarihimizde devlet idaresini oğulları adına yöneten taçsız kraliçeler olmuştur. Şehzade katlinin yasaklanmasından sonra gelen veraset sisteminin cilvesi olarak; kapalı saray hayatı devlet idaresinden habersiz şehzadelerin yetişmesini netice vermiş, bazen de veliaht-şehzadenin padişahlığı, çocukluk dönemine denk gelmiştir. İşte bu durumlarda padişah annesi “saltanat naibesi” ünvanıyla devlet yönetmiştir. Sultan 1. Ahmed’in eşi ve IV. Murad ve Sultan İbrahim’in annesi olan Kösem Mahpeyker Sultan önce oğlu Murad’ın çocukluk döneminde 8 ay 13 gün, daha sonra torunu IV. Mehmet adına 3 yıl 26 gün saltanat naibesi olmuştur. Valide Sultan olarak anıldığı müddet ise 28 yıldır. 1
Tarihçiler, kadınların devlet işlerine karışması yolunu Hürrem Sultan’ın açtığını söylerler ki, kendisinden sonra gelini Nurbanu Sultan ve onun da gelini III. Mehmed’in annesi Safiye Sultan’ın siyasetteki etkileri göz ardı edilemez. Tarihimizin bu tenkit edilen sayfasını, aslında bir anlamda devlet işlerine karışarak kapatan başka bir valide sultan ise Hatice Tarhan Sultan’dır. 35 yıl süren valide sultanlık makamının 5 yıl 12 günlük süresinde, oğlu IV. Mehmed adına devleti yönetmiştir.2 Köprülü gibi bir devlet adamını işbaşına getirmiş, idarî zaafın önünü almış ve sarayın siyasetten çekilmesini sıkı bir disiplinle sağlamayı başarmış bir şahsiyettir. Görüldüğü üzere, asıl problem hükümet zaafiyeti ve acziyetinden kaynaklanmaktadır. Boşluk bazen anarşiyi, bazen askerî ihtilâlleri bazen de sarayın devlet işlerine karışmasını netice verecektir ki; bu vurgulandığının aksine olarak sadece harem kadınlarına münhasır birşey değildir. Bazı dönemlerde erkek personelinin de rütbelerini kötüye kullanarak cuntayla işbirliği kurduğu görülmüştür. I. Mahmud Dönemi’nde, Babussaade Ağası olan Hacı Beşir Ağa istediği kişiyi sadrazam yaptıracak kadar padişah üzerinde etkili bir isimdir. Bu nüfuzunu kötüye kullanması ve bazı zulümlere sebep olması dolayısıyla daha sonra idam edilecektir.3 Valide Sultanlık makamında olup da, devlet işlerine doğrudan karışmayan isimlerden biri Valide Gülnuş Emetullah Sultandır ki; Sultan II. Mustafa ve III. Ahmed’in annesidir. Abdülmecit’in annesi Bezmialem Valide Sultan, Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan, devirlerinin en muktedir hanımları oldukları halde siyasetten uzak kalmışlardır. Valide Sultanlar içinde en ilginç isim ise öz anne olmadığı halde bu makamı elinde bulunduran Pirustu Valide Sultandır. 2. Abdülhamid’in öz annesi Tirimüjgan Kadınefendi vefat edince, padişaha 10 yaşından itibaren manevî annelik etmiştir. Padişah devlet işlerine karışmazsa el üstünde tutup, büyük nüfuz sahibi yapmaya söz vermesini istediği analığının bu sözü tutması üzerine, onu valide sultanlık makamına getirmiştir. Osmanlı Hanedanı’nda en son valide sultan olan isimdir. Çünkü Abdülhamit’ten sonra başa geçen kardeşlerinin anneleri, tahta geçmelerinden önce vefat etmişlerdir.
Devlet işlerinde doğrudan etkili olmasalar da, çocuklarının muvaffakiyeti için bir nev'î danışmanlık yapıp yol gösterici oldukları da tarihin satır aralarında mevcuttur. Pertevniyal Valide Sultan’ın oğlunun cülusunda Fuat Paşa’ya gönderdiği istidayla yardım istemesi buna güzel bir örnektir: “Oğlumda istidat ve gayret vardır. Ancak yeni cülus etmekle umur-ı devlete lâyığı ile vakıf değildir. Kendisine tevdi ederim. Onu halleri malûm olan vükelanın eline bırakmasın. Devlet ve milletin menafisine hizmet edebilecek cihetlere sevk etsin” 4
Kötüyü emsal etmeden bakılınca valide sultanların, tarihte oynadıkları en önemli rol; sarayın sağlam aile geleneklerinin ve yukarıdan aşağı halk kitlelerine nüfuz eden saray terbiyesinin kesintisiz devamını sağlamalarıdır. Herbirinin sayılamayacak derecedeki hayratları ve özellikle payitahtı dantel gibi süsleyen vakıf eserleri ise kim ne derse desin hasenatlarının nişanesidir. Eğer harem entrikalarının (!) merak edilmesi kadar, siyasî oyunların hareme etkisi incelenecek olsa, emin olun siyaset mağdurlarının listesinin uzunluğu ve serencam-ı hayatları gözleri yaşartacaktır. Sultan Abdülaziz’in ha’liyle hiç günahsız annesinin ve hanımlarının çektiği çileleri bir nebze olsun okuyup anlama imkânı bulabildik. Ama meselâ; saltanatın ilgasıyla, suçu padişah eşi veya şehzade annesi olmaktan başka birşey olmayan kadınların, padişah kızlarının, oğullarının dramları, sürgünde çektikleri sıkıntıların tarihi yazılmadı henüz. Türlü iftiralar, hakaretler ve suçlamalara maruz bırakılıp “işte harem buymuş” diyenlerin karşısında seslerinin çıkmayışı bile bu mağduriyetin en büyük delilidir. Bütün bu yazdıklarımızın hepsini bir kalemde silsek bile, son dönemde hanedana muarız ittihatçı subayların saraydan kız almak için nasıl çırpındıklarını az çok tarih okuyanlar bilir. Enver Paşa - Naciye Sultan evliliğini çok siyasî sebeplere oturtmak mümkün ise de her halde sarayın o vakar ve ihtişamından, hanımlarının asaletinden sarf-ı nazar edemedikleri de bir o kadar açıktır. Bu konuda etraflıca malûmat sahibi olmak isteyenler ise özellikle Sultan Vahidettin’in kızı Sabiha Sultan’ı kimin istediğine bakabilir. Bunun Mustafa Kemal’den başkası olmadığını öğrenince şaşıracaklardır!
Dipnotlar:
1) Tarih Sohbetleri - Yılmaz Öztuna.
2) a.g.e.
3) Osmanlı’da Harem -Ahmet Akgündüz.
SON
ZEYNEP ÇAKIR