31 Ağustos 2014, Pazar
Siyaset dünyasında köprülerin altından epey su aktı ve Türkiye’yi idare edenler yer değiştirdi. Artık yeni cumhurbaşkanı, yeni başbakan ve yeni bakanlar var. Dolayısıyla ile bu günlerde ‘yeni,’ en çok rağbet edilen ve kullanılan kelime haline gelmiş. Yeni cumhurbaşkanı, yeni başbakan, yeni bakan, yeni Türkiye, yeni eğitim yılı, yeni kararlar...
Keşke her şey kelimelerin kullanılması kadar kolay olsa. Yeni Türkiye cazip bir tabir, ama icraatlarla içi dolmadıktan sonra kâğıt üstünde kalmaya aday. Aynı zamanda ortada bir ‘yeni’ varsa, bir de ‘eski’ olmak mecburiyetinde. Yeni idareciler her defasında ‘biz yeniyiz’ derken, görevi devraldıklarına da dolaylı olarak “eski” demiş olmazlar mı? ‘Yeni’lerin iyi olduğu akla getirilmek istendiğine göre, ‘eski’ler kötü olmuş olmaz mı?
Eski başbakan, yeni cumhurbaşkanı TBMM’de ant içtikten sonra gittiği ‘Anıtkabir’de özel deftere şunu yazıp okumuş: “... 1938’deki vefatınızdan sonra Cumhurbaşkanlığı makamı ile cumhur arasında zayıflayan bağ şimdi yeniden kuruldu.” (Hürriyet, 29 Ağustos 2014)
Böyle bir beyan, “yalan söyleyen tarih”in beyanı olmaz mı? 1938 yılına kadar cumhurbaşkanlığı makamı ile cumhur arasında “bağ” olduğunu iddia etmek, Türkiye ve dünya gerçekleriyle örtüşür mü? İnanın ki 2014 yılında bu iddiayı CHP bile dile getirse garip karşılanır!
Nitekim geçmişte şöyle bir hadise yaşandı: Dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, partinin grup toplantısında yaptığı bir konuşmada şöyle demiş: “Tek parti döneminde Atatürk Bulvarı’nda kılık kıyafeti uygun olmayanlar yürüyemiyordu. Bulvara sokulmuyordu insanlar. Atatürk’le görüşmek isteyen Aşık Veysel, kılık kıyafeti uygun olmadığı için Atatürk’ü göremedi, Görüşemedi. 2000’li yıllarda tek parti zihniyetini uygulayamayız.” (Aktaran: Altan Öymen, Radikal, 6 Aralık 2008)
“Çarşaf açılımı”nın yaşandığı o günlerde Baykal’ın grupta yaptığı konuşma ile ilgili haberde başka ayrıntılar da var, bakılabilir. Yani, Aşık Veysel’le ilgili iddia 2008’de dillendirilmemiş. Hadise 1931 yılında yaşanmış ve Şair Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967) bunu anlatmış. (Vatan g, 3 Aralık 2008)
Aşık Veysel’in torunu Halil Süzer de dedesinin başından geçen hadiseyi şöyle anlatmış: “Dedem köylü kıyafeti giyiyordu. Elbisesi de yamalıydı. Ayakkabı olarak çarık giyiyormuş. (...) Zabıta polisleri onu Ulus’tan atmışlar.” (Aktaran: Avni Özgürel, Radikal, 7 Aralık 2008)
Sadece bu hadise, 1950 ya da 1940 öncesinde cumhurbaşkanlığı makamı ile cumhur, vatandaş arasında hiçbir bağ olmadığını göstermez mi? Anadolu’dan gelen bir vatandaşın değil cumhurbaşkanı ile görüşmesi, Ankara’nın merkezine, devleti idare edenlerin gezdiği yerlere alınmamış olması inkâr edilebilir mi? Üstelik milletin de bildiği ve yaşadığı bir gerçeği, dönemin CHP Genel Başkanı bile ifade etmişken...
Garip olan şu ki, tarihî gerçeklere tamamen ters bir bilgi paylaşıldığı halde buna itiraz edenler çıkmıyor. İnsaf yani. Hem de bu iddiayı, yıllarca dışlananların verdiği oylarla o makamlara gelenler yapıyor!
Bu anlayışa, bu yaklaşıma, bu ‘taviz’e itiraz ediyoruz ve itiraz etmeliyiz. Gerek yok, ihtiyaç da yok. Siz ne kadar gerçekleri ters yüz etmeye çalışsanız da gerçekler kendisini hissettirir. 1950 öncesi “Tek parti devri” ile hürriyet, demokrasi ve adaleti yan yana getiremezsiniz. Her şeyi olduğu gibi vasıflandırmak gerekir. Şahitlerin de ifadesiyle 1950 öncesi milletle kurulmuş bir bağ yoktu, bunu herkes bilsin...
Okunma Sayısı: 1367
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.