Üniversitelerin de yeni öğretim yılına başlaması vesilesiyle eğitim sistemi daha fazla konuşulur oldu.
Mevcut durumdan kimse memnun değil. Eğitim sistemi ‘kitap dostu öğrenci’ler yetiştiremezken, üniversite mezunları dahi iş bulamıyor.
Peki, eğitimden maksat neydi? Elbette iş ve aş bulmak da bir hedef olabilir, ama esasta; iyi, ahlâklı, kendine ve milletine faydalı insan yetiştirmek değil mi? Hal ve gidişe bakılınca bu hedefe de çok uzak olduğumuz anlaşılır.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) 2019-2020 akademik yıl açılış dersinde yaptığı konuşmada şöyle demiş: “(Hedef) Eskilerin ‘büyük varlık dairesi’ dediği o yaradılış ekonomisi içinde nereye ait olduğumuza dair bir fikre, hedefe, tasavvura sahip olmaktır. Dolayısıyla daha işin başında tefekkür üzerine düşünmemiz gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Üniversite eğitiminin birinci amacı aslında düşünmeyi öğrenmektir. Farklı disiplinlerde, farklı alanlarda uzmanlaşmadan önce yaptığımız eylemin manası üzerine fikir yürütmeyi, kafa yormayı öğrenmektir.” (AA, 30 Eylül 2019)
Türkçe’deki zengin bir kelime hazinesinden örnekler de veren Kalın, şöyle devam etmiş: “Büyük oranda unuttuğumuz, ihmal ettiğimiz, ama her birinin bu yolculukta bize rehberlik ettiği kelimelerimiz... ‘Tefekkür’, ‘tezekkür’, ‘teemmül’, ‘tedebbür’, ‘nazar’, ‘itibar’, ‘rey sahibi olmak’ gibi çok zengin bir kelime hazinemiz var. Bunları tek bir kelimeye indirgediğimizde, meselâ ‘düşünmek’ dediğimizde adeta bir ustanın çantasındaki farklı farklı aletleri tek alete indirgemiş oluruz. Tabiî ki o bir aletle de belli işler yapabiliriz, ağacı yontabilir, bir vidayı sıkıştırabiliriz, ama bilmemiz gerekir ki farkında olmadan elimizdeki alet setini daraltarak aslında eşya ile olan ilişkimizi de daraltmış oluruz. Bugün Türkçede yaşadığımız fakirleşme, kuraklaşma, kelimeleri şu ya da bu gerekçeden dolayı unutma, ihmal etme eğiliminin ya da alışkanlığının bizim düşünce ve fikir dünyamız üzerinde de çok olumsuz etkisi olduğunu akılda tutmamız gerekiyor.”
Nasıl bir çıkmaza sürüklenmişiz ki okullarımız ‘iyi insan’ yetiştirmekten gittikçe uzaklaşmış durumda. Elbette toptancılık yapamayız. Çok sayıda ‘iyi insan, iyi öğrenci, iyi idareci, iyi öğretmen vs.’ elbette vardır; fakat bunlar yeterli midir? Okullarımız çocuklarımıza geniş dil hazinemizi tam olarak öğretebiliyor mu? Tarihimizi, değerlerimizi, zenginliklerimizi tanıtıp benimsetebiliyor mu? Bunların yapılması gerektiği idareciler tarafından da ifade edildiğine göre sistem nerede tıkanıyor? Niçin konuştuklarımızın değil tamamını, hiç değilse bir kısmını hayata geçiremiyoruz?
Okullarımız niçin hâlâ öğrencilerin kıyafetiyle, giydiği tişörtle, ayakkabısının rengiyle, saçının boyuyla uğraşır? Çocuklarımız niçin kitap okumaya teşvik edilmez? Niçin kitap okuyanlara ‘pozitif destek’ sağlanmaz? Öğrenciler niçin sosyal yönleriyle değerlendirilip iyi hallerinden dolayı tebrik edilmezler? Tarihte yaşanmış bir hadiseyi ezberleyip 10 üzerinden 10 alan, ama arkadaşına ve komşusuna fenalık düşünen bir öğrenci gerçekten ‘iyi’ midir?
Elbette ahlâkı, iyiliği, güzel davranışları, manevî değerleri notla, puanla ölçmek kolay değil. Ancak öğrencilerin bu hallerini teşvik için çare ve çözüm yolları aramak icap etmez mi?
Okullarımız ahlâklı, arkadaşı ve komşusu için de iyilikler düşünen, gerçekten ‘kitap dostu’ mezunlar verebilse hedefe ulaşmış olur. Eğitimden maksat bu değil midir?