Ülkemizin çok büyük dertlerinin olduğu hususunda ihtilâf yoktur.
İktidarı da muhalefeti de devamlı olarak dertleri, sıkıntıları, zorlukları dile getiriyorlar. Elbette sıkıntıları aşma yolunda çalışması icap eden öncelikle iktidarlardır. İktidar, karşılaştığı zorlukları aşamayınca ‘iç ve dış mihrak’ları sorumlu olarak ilân ediyor. Netice olarak “Türkiye’nin derdi yok” diyene rastlamak mümkün değil.
Peki bu dertler, bu sıkıntılar, bu ‘sorun’lar aşılamayacak büyüklükte mi? Kimileri bu düşüncede olabilir, ama esasta Türkiye’nin aşılamayacak büyüklükte derdi yoktur. Mesele, iyi niyetle, Türkiye ve dünya gerçeklerine uygun doğru adımları atmakta düğümlenmektedir.
Çok basit bir misal: İstanbul’dan yola çıkan iki arkadaş düşünelim. Bunlar eğer Edirne’ye gitmek istiyorsa gitmeleri icap eden yol bellidir. Basitçe, ‘bazı’ yönde ilerlemeleri icap eder. “Yok, ben İstanbul’dan yola çıkarak ‘doğu’ya ya da ‘güney’e giderek Edirne’ye ulaşırım” demenin bir anlamı var mı? Ya da yol ayrımına gelen iki kardeş, “Ankara” ve “İstanbul”u gösteren yön levhalarına bakıp, “Ben İstanbul’u işaret eden yoldan giderek Ankara’ya ulaşırım” dese bunun bir anlamı olur mu?
Kısaca, Türkiye’yi idare edenlerin tavrı buna benziyor. Güya ve sözde hedef hak, hukuk ve adalete ulaşmak; ama bunun için tercih edilen yol haksızlık, hukuksuzluk, liyakatsizlik ve benzeri ‘sol’ yollar. Oysa hakka, hukuka, adalete, iyiliğe ve sulha ulaşmak için ‘sağ yol’ doğru olan yoldur. “Sol” yoldan gidip, zenginlik, refah ve adalete uluşmak dünya şartları bakımından mümkün değildir. Önemli olan ‘yol ayrımı’nda doğru ve isabetli karar vermekten geçer. Yanlış ‘ray’da ilerleyen trenin hedefine ulaşması mümkün olur mu? Maalesef epey bir süredir ülkemiz ‘yanlış yol’lara ‘yanlış ray’lara sürüklenmeye devam ediyor. Haksızlıkla, hukuksuzlukla, adaletsizlikle “Büyük, zengin, huzurlu Türkiye”ye ulaşmak mümkün değil.
İktidar partisinde uzun yıllar siyaset yapan Ali Babacan, bir konuşmasında bir anlamda bu noktaya dikkat çekmiş. Tele 1 televizyonunda yayınlanan “Hayatın Rengi Özel” programında Tuluhan Tekelioğlu’nun sorularını cevaplayan Babacan, “Şu anda Türkiye’de seçimden seçime işleyen bir demokrasi var, aradaki mekanizmaların hiçbiri çalışmıyor. Siyasî bir duruş, ama özgürlüklerden yana bir siyasî duruş çok hızlı bir şekilde ülkeyi değiştirir. (...) Özgürlüklerle ilgili sorunların çoğu, çok hızlı çözülür. Yargıya telefon etmediğiniz zaman, şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın ya da pusula, not göndermediğiniz zaman, yargı bağımsız çalışmaya başladığı zaman, zaten sorunların yarısı çözülür” demiş.
Bu yorumu, “yanlış istikametten geri adım atılmalı” şeklinde bir tesbit olarak değerlendirmek icap etmez mi? Belki aynı iş yapılacak, ama hedef, yol ve istikamet doğru olacak. “Aynı ‘sistem’ varken nasıl olur da düzelme bu kadar kolay olur?” sorusu akla gelebilir. Haklı gibi görünce de bu soru doğru bir soru değildir. Çünkü ‘doğru ray’da ilerleyen tren hedefine ulaşır. Doğru ‘yön levhası’na göre hareket eden yolcu da mahalli maksuduna kavuşur.
Ülkemizin dertleri sıralansa bunların pek çoğunun ‘para’sız düzelme imkânı olduğu görülmez mi? Hak, hukuk ve adaletle hükmetmek için ‘para’ya mı ihtiyaç var? “Güvenilir ülke” olmak için para şart mıdır?
Türkiye’nin çok büyük problemleri olduğu noktasında ihtilâf yok, ama bunlar çaresiz ve çözümsüz değil. Doğru yolu, doğru ‘ray’ı, doğru ‘istikamet’i bulmak ve onda ilerlemek yeterlidir vesselâm.