Ciddi bir ekonomik sıkıntı yaşanmasına rağmen Türkiye’yi idare edenler ‘her şey yolunda’ tavrında ısrar ediyorlar.
Bu tavrı, ‘millete moral vermek’ olarak yorumlamak doğru değil. Çünkü “Dert bilinirse devası asan olur” denilmiştir. Bu tavırla ‘dert’ gizleniyor ve dolayısı ile de ‘deva/çare’ aranmış olmuyor.
Ekonomik meseseler gündeme geldiğinde “Keşke bunun yerine; hak, hukuk ve adalet konuşulsa” demek gerekir. Netice itibarıyla insanlar ekonomik krizlerden etkilense de esas meselenin ‘adaletsizlik’ olduğunu birilerin ifade etmesinde fayda var. Elbette bugünkü şartlarda ekseriyet, “Hukuk, adalete vs. karın doyurmuyor” diye düşünüyor. Tabii ki b da senelerden beri devam eden yanlış eğitim politikalarının neticesidir. “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz asla” diyebilen bir cemiyet ekonomik krizler çok daha erken aşar. Fakat bu da ancak insan odaklı bir eğitim neticesi mümkün olur.
Ekonomideki hal ve gidişle ilgili her zaman için farklı yorumlar yapılıyor. Ekonomist Gülden Atabay da ekonomiyi değerlendirirken “Faizle gideceğimiz son yerdeyiz. Sınırdayız, dahası kısır döngü içindeyiz. Küresel gelişmelere karşı çok kırılgan bir ekonomimiz var” demiş.
Şöyle bir tablo çiziliyor: “Borsa düşerken Türk Lirası ise Euro ve ABD Doları karşısında uzun zaman sonra ilk kez dikkat çekici bir kayıp yaşadı. Küresel kasırganın devam etmesi halinde en ciddi sıkıntıyı yaşayacak ülkelerden biri de ülkemiz olabilir.”
Ekonomist Gülden Atabay’ın değerlendirmesi şöyle: “Bizim sıkıntımız şu. Merkez Bankası’nın rezerv artışı tamamen ‘carry trade’ üzerine kurduk. (...) Peki biz dişe dokunan bir tasarruf politikası açıkladık mı? Hayır. Sanayi ve tarım politikanız da olmayınca yaz ortasında ayazda kalırsınız. Sınırdayız, dahası kısır döngü içindeyiz. Küresel gelişmelere karşı çok kırılgan bir ekonomimiz var. Umarım bu küresel kasırga kısa sürede durur ve en az hasarla atlatırız.”
Prof. Dr. Cem Başlevent de “Türkiye’de bir süredir piyasaların durgunlaştığı haberleri önümüze düşüyordu. Bu dalgalanma sürerse ekonomide stagflasyon yaşanacak gibi görülüyor” demiş.
Şimdi böyle bir tablo karşısında ‘acil tedbir’ler almak gerekmiyor mu? Tabii ki önemli olan en önce hangi ‘tedbir’leri almak icap ettiğidir. İdareciler ‘tedbir’ denildiğinde işe vatandaşı sıkıntıya sokacak adımlarla başlıyorlar. Mesela ilk işlerinden biri asgari ücretle çalışanlara ya da emeklilere zam yapmamak ya da az zam yapmayı çare olarak görüyorlar. Peki, ifade edildiği üzere işe en başta “devletin tasarruf etmesi” ile niçin başlanmaz? Devlet gerçek anlamda bir tasarruf adımı atsa pek çok sıkıntılar kolayca aşılabilir. Ancak bu adım idarecilerin “lüks”ünü kısacağı için onlara cazip gelmiyor.
Tehlike kapıda değil, çoktan evin içine girmiş gibi görünüyor vesselam.