Umumî bir kaide olarak, sahip olduğumuz değerlerin kıymetini vaktinde ve zamanında bilmediğimiz söylense her halde yanlış olmaz. Bazıları ömrünün son yıllarında, bazıları da vefatından sonra tanınan sanatkârlar ya da başka meslek sahipleri vardır. İnsanların kıymetini bilmemek Türkiye’de yaygın olan bir yanlış olarak kayıtlara geçebilir.
Halk ozanı Neşet Ertaş da ölümünün 7. yılında Kırşehir’de anılmış. “Geleneği İçinde Neşet Ertaş ve Sanatı Paneli”nin ardından babası ile anılarını ve düşüncelerini paylaşan Neşet Ertaş’ın oğlu Hüseyin Ertaş, ibretli hatıralar paylaşmış.
Babasının kendi emeğiyle ayakları üzerinde durduğunu dile getiren Hüseyin Ertaş, şöyle konuşmuş: “Almanya’ya gittiğinde kırgındı. Bayram Bilge Tokel’in ısrarıyla yeniden Türkiye’ye döndü. Hasan Saltuk’un mücadelesiyle son günlerinde biraz telif alabildi. Böyle bir beklentisi aslında hiçbir zaman olmadı. Böyle bir hakkı olduğunu düşünemiyordu bile. Neyi var, neyi yoksa her zaman dağıtırdı. ‘İnsana lâzım olan iki sokum ekmek ve yatacak bir yer. Fazlası haramdır’ derdi. İnsanlar bir şekilde ona ulaşıp yardım isterlerdi. Fakir dediğimiz insanlara, kimseye duyurmadan, reklâm yapmadan yardım ederdi. Telif alabildikten sonra daha çok, fakirlere yardım etti. Bundan çok büyük mutluluk duyuyordu. Yalanı, yalancıyı sevmezdi.”
Babasının hep halk konserleri verdiğini anlatan Hüseyin Ertaş, menfaat peşinde olanlara dikkat çekip şunları da söylemiş: “İnsanların cebindeki son sigara parasını almak istemediği için paralı, biletli konserler vermek istemezdi. Halk konserleri verirdi. (...) Neşet Ertaş kimseye ödül vermedi. Jürili yarışma programlarını sevmezdi. Sanatta insanların birbiriyle yarıştırılmasını sevmezdi. Adına ödül verilmesine karşıydı. Yaşarken kendisini üzmüş, kırmış, hatta yaşarken babamla hiç görüşmemiş hiç ilgisi olmayan insanlar, ölüm yıl dönümlerinde televizyonlarda, belgesellerde bilir kişi olarak, Neşet Ertaş otoritesi olarak boy gösteriyorlar. Yine bazıları anma programlarında sahne alıp yalan yanlış hikâyeler anlatarak babamın türkülerini söyleyerek gelir elde ediyorlar. Bu durum da bizi üzüyor. Acı acı gülmek kalıyor bize. Ondan fayda sağlamaya çalışanlar var. Bizim insanımız alçak gönüllüdür, emeğini pazarlamayı sevmez. Dolayısıyla emeğinin karşılığını da alamaz. Aç kalır, yanlışa bulaşmaz. Bir türkümüzü eksik ya da yanlış söyleyen ya da çalanlar daha fazla itibar görürler.” (AA, 26.09.2019)
İcabında maddî zorluk çeken birinin “İnsana lâzım olan iki sokum ekmek ve yatacak bir yer. Fazlası haramdır” diyebilmesi ve buna göre davranması hakikaten kolay değil. Hele hele “Yalanı, yalancıyı sevmezdi” tesbiti çok önemli.
Türkiye, yalanı ve yalancıyı devre dışı bırakabilmiş olsa inanın bir değil, binlerce derdini tedavi etmiş olur. Yalanlarla çıkılan yolların çıkmaz sokak olduğuna dünya hayatı en büyük delil değil mi?
Yeri gelmişken, Avrupa’dan da bir ‘yalana itiraz’ notu ve haberini hatırlatalım. Birleşmiş Milletler (BM) 74. Genel Kurulu’nda konuşan Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Donald Tusk, şöyle demiş: “(Doğamız) Aynı zamanda kamusal hayatta doğruluk, hürriyet, hukukun üstünlüğü ve uluslar arası birlikten oluşmaktadır. Doğruyu korumak için başkalarını yalan haber yaymakla suçlamak yeterli değildir. Açıkçası sadece yalan söylemeyi bırakmak yeterli olacaktır. Günümüzde çok sayıda siyasetçi gücünü korumak için yalanı sürekli bir yöntem olarak kullanıyor.”
Yalanı hayatımızdan kovabilirsek başarılar koşarak gelir inşallah.