Hz. Ali’ye atfedilen güzel bir söz: “Gören göze karanlık perde olamaz. Görmek istemeyen göze ışık ne yapsın.”
Türkiye Cumhuriyeti devletinde ve dünyadaki tüm gelişmiş devletlerde en azından kâğıt üstünde “Kuvvetler ayrılığı” anlayışı hâkimdir. Kuvvetler ayrılığı kısaca devletin üç ana unsuru olan yasama, yürütme ve yargının, temel organları ve fonksiyonları itibariyle birbirinden ayrı olması anlamına gelir.
Yasama organı Meclisi, yürütme organı Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’nu, yargı organı ise mahkemeleri ifade etmektedir.
İyi işleyen bir kuvvetler ayrılığı sisteminde devletin her biri birbirinden ayrı ve bağımsız organları kendi sorumluluk alanlarına çekilir ve böylece her bir organ bir diğeri ile güç ve sorumluluk alanları bakımından bir çatışma yaşamadan çalışır.
Dünyada gelişmemiş ülkelere bakıldığında ise bu üç organın birbirinden bağımsız işleyemediği görülmektedir. Genellikle azmanlaşan başkanlık rejimlerinde yürütme organı olan Cumhurbaşkanlığının diğer iki organı yavaş yavaş saf dışı bırakması veya kendi emrine bağlaması ile istibdat rejimleri meydana gelir.
Ülkemizde de hükümetin güç kazanması ile birlikte planlı ve programlı bir şekilde istibdat rejimine geçiş yapıldığı görülmektedir.
Kısaca bahsedecek olursak;
-2007 başlangıç tarihli Ergenekon davaları ve devamında yaşananlarla hükümetin birtakım amaçlarına hizmet eden hakim ve savcıların eylemleriyle yargı organına güvenin azalması ve yargının 15 Temmuz ile birlikte tamamen itibarsızlaştırılması,
-17-25 Aralık rüşvet operasyonu ve yolsuzluk skandalı ile önce üç bakanın istifası ve akabinde 2014 yılında yüzlerce emniyet mensubunun tasfiyesi, bunun sonucu olarak polis kolejlerinin ve Polis Akademisinin kapatılması,
-2016’da 15 Temmuz darbe girişimi vesilesiyle TSK’nın kurulu düzeninin bozulması, yargı ve emniyet birimlerinin korkutulması, ardından jandarma ve Sahil Güvenlik’in İçişlerine bağlanması ve tüm askerî okulların kapatılması,
-2018 tarihinden itibaren de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilerek yasama organının neredeyse sembolik bir hale getirilmesi.
Bu süreçler ülkemizi kuvvetler ayrılığı anlayışından uzaklaştırmakla kalmamış, yasama ve yargı organlarının yürütmenin hakimiyeti altında kalmasının yanı sıra güvenlik bürokrasisinin de yargı yerine yürütmeye bağlı olduğu bir düzen inşa etmiştir.
21. yüzyıl Türkiye’sinde, sorgulanamaz, karşı çıkılıp eleştirilemez bir düzen içinde yönetilen, neredeyse her muhalifin cezaevine atıldığı bir korku imparatorluğu oluşturulmuştur. Bu kapsamda ülkemizde ortaya çıkan “Kuvvetler Birliği anlayışının” sonucunda milyonlarca hukuksuzluk, zulüm ve mağduriyet yaşanmıştır.
Bu hafta, bakıp göremeyenlere bir nebze gösterebilmek adına yazımızı Adnan Yücel’in şu dizeleri ile bitirmemiz gerekir:
“Saraylar saltanatlar çöker
Kan susar bir gün
Zulüm biter
Menekşeler de açılır üstümüzde
Leylaklar da güler.
Bugünlerden geriye,
Bir yarına gidenler kalır
Bir de yarınlar için direnenler.”