Hukuk fakültesinde öğrenci iken katıldığım kurgusal dava yarışmasında Uluslararası Ceza Mahkemesinde görülen davalar konu olarak seçilmişti. Bana da Srebrenitsa dosyasında Sırbistan hükümetinin avukatlığını yapma vazifesi verilmişti.
Enine boyuna objektif olarak incelediğim ancak neresinden tutsam masumların kanının elime değdiğini hissettiğim bu dosyada benim hangi neticeyi aldığım önemli değil. Ama anladım ki tarih, kurgudan ve zalimden değil, gerçeklerden ve masumdan yanadır.
Geçtiğimiz yıl Kasım ayında Bosna Hersek’i ziyaret etme fırsatım oldu. Lider Aliya İzzetbegovic’in Türklere ithafen yazdığı mektubu okuyarak Saray Bosna sokaklarında dolaştım.
İbret olsun diye bırakılan kurşun delikli binalar, bombaların düştüğü delik deşik sokaklar, soykırım müzeleri, savaşın ve daha doğrusu katliamın izlerini bir nebze de olsa yansıtıyor.
Peki nedir bu kanayan yaramız Srebrenitsa?
Kısaca bahsedecek ve yâd edecek olursak;
Yugoslavya’nın dağılmasından sonra farklı etnik kökenlere sahip milletler birer birer bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar.
Bu bağımsızlık sürecine 1 Nisan 1992 tarihinde Bosna Hersek de katıldı. Tam bir yıl sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan ederek şehrin korumasını üstlendi.
Sırp katliamından kaçmak isteyen binlerce Boşnak Müslüman güvenli bölgeye akın etti. Giriş için tek bir şart vardı; o da güvenli bölgenin silahtan arındırılması. Bu doğrultuda sığınmak isteyen bütün Boşnaklar silahlarını BM güçlerine teslim ederek bölgeye giriş yapabildi.
Ancak Sırp ordusu iki yıl süren kuşatmadan sonra, açlık ve sefaletin de sonucu olarak, şehri düşürmeyi başardı. BM gücü Hollanda askerleri, silahtan arındırılmış 300.000 Müslüman Boşnak’ı Sırp güçlerine teslim ederek şehirden çekildi.
Dünyanın gözü önünde ve Avrupa’nın göbeğinde, 8.372 Müslüman acımasızca katledildi.
O katilleri komuta eden Sırp komutanın 27 yıl önce katliam yaparken söylediği söz, onun ve ona gönülden bağlı vahşi komutanların ruh halini, ideolojisini ve genel olarak durumu özetliyordu: “Nihayet, yeniçerilere karşı ayaklanmasından sonra Srebrenitsa’da Türklerden intikam almamızın vakti geldi.”
Savaşın intikam için yapılması savaşı meşru olmaktan çıkardığı gibi hatta savaş olmaktan dahi çıkarıyor.
Savaşın masumlara zarar veren bir toplu imha eylemine dönüşmesi ise onu katliam haline getiriyor. Birleşmiş Milletler ve NATO gibi uluslararası veya uluslarüstü örgütlerin “insan hakları”na her şeyin üstünde değer veren yapılara dönüşmesi dünyayı daha yaşanacak bir yer haline getirebilmek için şart.
Ama bu hamasetle değil diplomasiyle olacak bir şey…