“Seni seviyorum veya seni çok seviyorum günümüz dünyasında birbirini sevenlerin, birbirine değer verenlerin, aşıkların, sevdaya tutulmuş olanların, sevgilerinin ne denli büyük ve kıymetli olduğunu göstermek için birbirlerine kullandıkları sözcüklerdir. Bazen o kadar rahat, o kadar sıradan, o kadar düşünmeden kullanılıyor ki bu sevgi ifadeleri bu zamanda çok şey gibi onlarda hakikî manalarını yitirdiler.
Halbuki bu cümleler öyle kolay dilden dökülecek cümleler değildir. Bunun öncesi-sonrası olmalı ve lâfla söylenip geçilecek kelimeler değildir.
Ve belki de dünyanın en zor söylenebilecek, ama söylendikten sonra gereğinin yerine getirilmesi gereken cümlesidir.
“Seni çok seviyorum” demek “fedakârlık” kelimesinin bile yanında düşük kaldığı başka bir fedakârlığın diğer adıdır. Bu da zorlu, dikenli, taşlı bir yolda yürümeye başlamak demektir. Bu dünyada olan bazen güllerin kokularıyla olabileceği gibi yeri gelir yanmak hatta ölmek gerekir. Bu da yürek ister, gözü kara olmak ister, hakkını vermek ister. Yani öyle kolay değildir “Seni çok seviyorum” demek...
Her konuda Rehber-i Ekmel olan, mükemmel rehber, Allah’ın habibi, sevgi Peygamberi (asm) ve canlı tefsir olan sahabeleri bu konuda bizlere ve bütün kâinata “seni çok seviyorum” un ne demek olduğunu örnekleriyle göstermişlerdir.
Hz. Ebu Bekir (ra) aşk ve sevda denince ilk akla gelen isimlerden biridir. Mekke’nin en zenginlerinden biri olan Ebu Kuhafe’nin en zengin tüccar olan oğludur. Mekke’nin en rahat hayat sürenlerinden biridir. Ve birgün kalbine iman nuru düşer. Kâinatın güneşinin yanına gelir ve iman eder. İman dairesine girince bambaşka bir insan olur. İman şu demek “Ya Rasulullah ben seni çok seviyorum” ve bunu Mekke’de o gün için söylemek ayrı bir sevda işiydi. Bu aşk Hz. Ebu Bekir’in (ra) yüreğinde alev alev yanıyordu. Bu ateş alev alev yanacak, son nefesini vereceği güne kadar hiç sönmeyecekti. “Seni çok seviyorum” demişti ya adeta sevdasını bir sınavdan geçirir gibi Kâbe’nin yanında öldüresiye dövülecekti. “Seni çok seviyorum” demişti ya bu Utbe bin Rabia’nın ayakkabı ile göğsüne oturarak yüzünü dağıtma sınavına tâbi tutulmasına sebep olmuştu. Ve o, bu sevdanın hakkını vererek bütün sınavlardan başarıyla çıkacaktı. Bir kere “Seni çok seviyorum” demişti; Seven sevdiğinden gelen herşeyi şeker şerbet edip içmeliydi...
Bir zamanda Huveylid’in kızı Hatice, sevgilisi olan Allah Rasulü’ne (asm) “Seni çok seviyorum” deyip önce hanımı olmuş daha sonra da iman halkasına dahil olmuştu. Öyle bir sevda ki Mekke’nin en zengin kadını olan Hz. Hatice (ra) sevdasının gereğini yerine getirerek öyle bir aşkla Allah Rasulü’ne (asm) ve dâvâsına her şeyini feda etmişti. Ki vefat ettiğinde nerdeyse dünyalık adına hiçbir şeyi kalmamıştı. Mekke’nin en zenginlerinden olunca; belki yeğenimi ezer diye amca Ebu Talib’in aklına bir düşünce gelmişti ve hizmetçisi Neb’a’yı Hz. Hatice’nin (r a) evine yollar; “bir bak yeğenime nasıl davranıyor, gözle sonra gel” der. Neb’a geldiğinde sözleri şöyle olur: “Efendim ben böyle evlilik görmedim. Hatice her konuştuğunda “anam babam sana feda olsun” diye söze başlıyor. Evde Muhammed’in bir dediği iki olmuyor. Hatice onun etrafında pervane gibi, hizmetçiler olmasına rağmen her işini kendisi görüyor.” diye uzun uzun anlatır.
Ebu Talip hayretle dinleyip şükretmişti. O da “Seni çok seviyorum” demişti ve bütün hayatını bu uğurda feda etmişti. Bir seferinde Ebu Süfyan hayretinden şöyle demek zorunda kalmıştı “Ben çok krallar, hükümranlar, kisralar ve onlara tabi olanlar gördüm. Ama hiçbirisinin tâbileri Muhammed’in ashabının ona gösterdiği bağlılık gibi bağlı değil. Hiçbir devlet başkanına Muhammed’in ashabının ona gösterdiği aşk ve sevda yok.
Hemen her sahabe “Seni çok seviyorum Ya Rasulullah (asm)” dedikten sonra adeta bu aşklarını ispat etmeye dâvet etmişlerdi. Onlar da hakkıyla sevdalarını göstermişlerdi. Hz. Osman (ra) Mekke’nin en zengini iken Habeşistan’a hicret ettiren o aşk ve sevda idi.
Öylesine kuru lâftan ibaret değildir “Seni seviyorum”, Sevmek sırayla bir dizi fedakârlık istiyordu ve hepsini sıra sıra yapmışlardı. Sıra ölüme geldiğinde “Seviyorsan ruhunu da vereceksin” denildiği yerde onu da seve seve veriyorlardı.
Aşk ateşinde yanan gönüle diğer ateşler işlemiyordu. Mus’ab bin Umeyr’in dediği gibi “Allah yolunda biraz cefa çektik diye Allah’a naz mı edeceğiz” havasını soluyordu.
Ey Nefsim madem “Seni çok seviyorum” demek bu kadar zorlu bir iştir, öyle kolay demeyeceksin, öyle kolay dememen gerekir. Ve eğer diyeceksen sevginin hakkını vereceksin. Sevgiliden gelene ah vah etmeyeceksin şeker şerbet deyip içeceksin. Fazla zorladımı Allah’tan sabır isteyeceksin, tevekkül edeceksin. Sevmek sevdiğinin yolunda olmak değil midir. Sevmek bir iddiadan ibaret değildir.
Madem Rabbi Rahim sana zindanı nasip eyledi, burası da sevgilinin vatanıdır deyip sabredeceksin.”