Batı dünyasında son yıllarda dikkat çekici bir dönüşüm yaşanıyor. Geleneksel dinî bağlılıklar zayıflarken, aynı zamanda yeni bir maneviyat arayışı güç kazanıyor.
The Economist ve Financial Times gibi yayınlar bu tabloyu “anlam boşluğunun büyümesi” şeklinde ifade ediyor. Özellikle genç kuşaklar, Kilise’ye olan güvenlerinin azaldığını açıkça dile getiriyor. Ancak bu kopuş, Allah inancının tamamen kaybolduğu manasına gelmiyor; bilâkis, tatmin edici bir hakikat arayışının derinleştiğini gösteriyor.
Seküler Maneviyatın Yükselişi ve Çıkmazı
Meditasyon ve enerji ritüelleri gibi akımların yaygınlaşması, modern insanın manevî arayışının yeni biçimleri olarak ortaya çıkıyor. Ne var ki bu yönelişler büyük ölçüde ferdî, dağınık ve esassızdır. Bu sebeple kalıcı bir mânâ ve sağlam bir ahlâk zemini tesis edememektedir. The Atlantic’in ifadesiyle bu durum, “temelsiz bir maneviyat patlaması”dır.
Batı’daki mevcut yapıya yönelik güvensizliğin önemli sebeplerinden biri de bazı temel meselelere verilen tatmin edici olmayan cevaplardır. Özellikle “Üçleme” öğretisine dair yöneltilen soruların “inançtır, sorgulanamaz” şeklinde karşılanması, aklı merkeze alan modern insanı ikna etmemektedir. Bunun yanında, tercüme farkları ve İncil nüshaları arasındaki belirgin ayrılıklar, kutsal metin arayışı içindeki insanlarda ciddi tereddütler meydana getirmektedir.
İslâm’ın Akla Açık ve Fıtrata Uygun Yapısı
Bu noktada Kur’ân’ın sunduğu zemin dikkat çekicidir. Kur’ân’ın orijinal hâlinin korunmuş olması, tek bir metin hâlinde günümüze ulaşması ve akla hitap eden üslubu, İslâm’ın en mühim hususiyetleri arasındadır. Birçok ayette tekrarlanan “Hiç akletmez misiniz?” “Düşünmez misiniz?” hitapları, insanı düşünmeye ve hakikati araştırmaya sevk eden ilâhî bir irşadı gösterir. Hakikati arayan modern insanın ihtiyaç duyduğu şey; sorgulamaya kapalı dogmalar değil, akla ve vicdana hitap eden bir rehberliktir.
Ancak İslâm’ın bir alternatif olarak öne çıkmasının önünde de ciddi engeller bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi, hala karanlık noktalarla dolu 11 Eylül saldırılarıdır. Diğeri ise Orta Doğu’daki uzun süreli kargaşanın medya eliyle “İslâmî terör” algısı üzerinden sunulmasıdır. Bu iki unsur, İslam’ın hakikat merkezli mesajına büyük zarar vermiştir. Aynı zamanda İslam’ın bazı coğrafyalarda siyasete alet edilmesi ve istibdada müsait bir araç gibi gösterilmesi de bu yanlış algıları derinleştirmiştir. Bu sahalardaki tamir ve berraklaşma, insanlığın yeniden sahih bir zemine yönelmesine vesile olacaktır.
Fıtrî Arayışın Kaçınılmazlığı
Kur’ân, insanlığın ihtiyacını açıkça bildirir: “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra‘d, 28)
Bediüzzaman Said Nursî de bu gerçeği şöyle ifade eder: “Beşerin tam uyanması cihetiyle kat’iyyen dinsiz bir millet yaşamaz.” (Emirdağ Lâhikası–2)
Risale-i Nur’da ifade edildiği gibi; insandaki aczi ve fakrı kaldırıp, ölümü öldürüp, kabir kapısını kapatamayan insanın hak dini arayışı hiçbir zaman bitmeyecektir.
İleri teknoloji, modern meşgaleler, eğlence kültürü ve medya bombardımanı bu arayışın önüne geçememektedir. Çünkü insanın yaratılışı hakikati ister, ebediyeti ister, gerçek huzuru ister. Bugün Batı’da görülen dağınık maneviyat arayışları, bu fıtrî ihtiyacın bir tezahürüdür. Kalıcı huzur ve sağlam bir ahlâk zemini ise ancak vahyin sunduğu sahih, hürriyetçi ve akla hitap eden bir değer sistemiyle mümkündür.