Modern çağda toplumların karşı karşıya kaldığı en büyük meselelerden biri, hakikatin medya eliyle tahrif edilmesi ve bunun bir ahlâk krizine dönüşmesidir.
Bugün Batı basınında “post-truth çağ,” “hakikat sonrası toplum” ve “algı yönetimi” gibi kavramlar en çok tartışılan konular arasındadır. The Atlantic, The Guardian ve Financial Times gibi yayınlarda, medyanın gerçekliği parçaladığı; siyasî ve ekonomik güç merkezlerinin haber akışını yönlendirdiği sıkça ifade edilmektedir. Bu yönlendirme, toplumsal ahlâkın temelini oluşturan doğru bilgiye ulaşmayı zorlaştırmakta ve insanların sağlıklı hüküm vermesini engellemektedir.
Hakikatin Gölgelenmesi
Kur’ân, bu problemin esasına dair çok sağlam bir prensip koymuştur: “Bir fasık size haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.” (Hucurât: 6)
Bu emir yalnızca ferdî bir tedbir değildir; aynı zamanda medya ahlakının temel taşıdır. Doğrulanmamış bilgi toplumu zan ile hareket ettirir. Zan üzerine kurulan her düzen ise fitne, karmaşa ve ahlâksızlık üretir. Peygamber Efendimiz’in (asm) “Kişinin her duyduğunu nakletmesi ona yalan olarak yeter.” hadisi de bilgi aktarımının taşıdığı sorumluluğu açıkça ortaya koyar. Sözün ve haberin bir emanet olduğu gerçeği, modern medya düzeninin çoğu zaman göz ardı ettiği en temel prensiptir.
Hakikate Sadakat
Bediüzzaman Said Nursî’nin tek parti döneminde gazeteleri protesto etmesi, hakikate sadakat adına sergilenen en güçlü misallerden biridir. Basının tamamen hükümet kontrolünde olduğu, gerçeğin gizlendiği ve çarpıtıldığı bir dönemde Bediüzzaman, zihnini propaganda ile kirletmemek için bu yayınları okumayı reddetmiş; bu tavrı ile hakikatin hürriyetle kaim olduğunu fiilen ortaya koymuştur. Ona göre hür olmayan bir basının tesir sahasına girmek, sadece siyasî bir hata değil, aynı zamanda hakikate karşı bir saygısızlıktır.
Bugün medya bütün dünyada, manipülasyon, kutuplaştırma ve duygusal yönlendirme üzerinden toplumun vicdanını şekillendirmeye çalışmaktadır. Oysa Kur’ân’ın ölçü, adalet, doğruluk ve araştırma prensipleri; Peygamberimizin (asm) haber ahlâkı ve Bediüzzaman’ın hürriyet merkezli tavrı büyük prensipleri ihtiva eder. Evet, hakikate sadık olmayan bilgi, ahlaka da sadık olamaz.
Bu sebeple medyaya düşen vazife; toplumu yönlendirmek değil, topluma hakikati ulaştırmaktır.