Ne kadar da çok kendimize kaldık, farkettiniz mi? Ne kadar çok kendimize düştük. Ne çok ‘ben’leştik, ne az ‘biz’leştik. Ne çok yalnız kaldık böylece. Ne çok başkalaştık.
Beraberken gözlerimiz hep çakmak çakmak olurdu. Heyecanlanır, sevinir, üzülür, gayrete gelir, tüm yüreğimizle koşardık. Bir denizin dalgalarını andırırdık. Nasıl deniz yatağını terkedemiyorsa, biz de beraberliğin yerindeydik işte. Evimizde, biz bizeydik. İnsan ailesini, evini bırakır mı? Ama şimdi?
Kafalar dağınık, zihinler dağınık, yerler, yönler dağınık... Böyle mi olmalıydı, neden böyle oldu, nasıl bu hale geldik? Binlerce soru kafalarda gezse de, vakıa böyle işte.. Bizi bir arada tutan sırdan uzaklaştıkça, kalplerimiz de birbirinden uzaklaştı. Niye bu hale geldiğimizden çok, bu halden nasıl çıkacağımızı konuşmalı. Çözümün etrafına gelemiyorsak, hâlâ problemi devam ettiriyoruz demektir. Nasıl birleşelim, nasıl toparlanalım, nasıl ittihad edelim?
Risale-i Nurları okumak, boş zamanlarımızı değerlendirdiğimiz bir okuma aktivitesi olmaktan çıksın önce. Derslere gitmek de öyle. Birleşmenin, buluşmanın, özlemenin bir hazzı olmalı. Onu yakalamaya çalışalım. Rutine dönen her şey, heyecanını kaybetmeye mahkumdur. Faaliyet alanlarımızı arttıralım. Çocuklarla, gençlerle, hatta büyüklerle... Geziler, piknikler, mini tiyatrolar, Üstadı anmalar, Nur talebelerini anmalar, kermesler, kitap fuarları... Gerek kendi mahallimizde, gerekse ilimiz, bölgemiz bazında daha fazla programlar ve bir araya gelme vesileleri olmalı, oluşturulmalı. Çünkü biz karıncalar gibiyiz, birbirimize değmeden, dokunmadan yaşayamayız.
Dünyaya ait kendi kaygılarımızı bir kenara bırakalım. Çünkü bizim bir numaralı kaygımız Risale-i Nur ve Üstad olmalı. Gazetemiz ve istikametimizin devamı olmalı. Geçim kaygısı, evlat kaygısı, ülke nereye gidiyor kaygısı, sosyal medyadan önümüze akan milyonlarca komplo teoriler, ‘dünya nereye gidiyor’cular, ‘dünyayı kim yönetiyor’cular, her şey ama her şey... Bırakın hepsini bir kenara. İtin elinizin tersiyle. Ben Nur talebesiyim deyin. Ben Nur talebesiyim... Derdim, kaygım, sıkıntım, kederim, sevincim, özüm, sözüm budur, böyle olacaktır, olmalıdır deyin. Bakın o zaman dünya nasıl arkanızdan tıpış tıpış geliyor.
Biz ellerimizi acıtırcasına, kanatırcasına, sımsıkı Risale-i Nura, davamıza, Yeni Asyamıza sarılmadığımız için soğuyoruz. Kalplerimiz, ellerimiz, bedenimiz, sağlığımız, evlatlarımız, ailemiz... Soğuyoruz, birbirimizden üşüyoruz. Gelin, kafamızı da, kalbimizi de Risale-i Nura, davamıza bağlayalım. Her bir meselemizde ilk aklımıza gelen çözüm, cemaatimiz olsun. Cemaatim ne der, Üstadım ne der, Risaleler de nasıl geçiyor olsun. Bu gücü nasıl ortaya çıkarırız bilmiyorum. Herkesin vardır kendine göre bir çözüm yolu. Ama net bir çözüm yolu var ki, bu dem ve damarlarımıza işlemeli. Dizine vurulunca nasıl istemsiz dizini kaldırıyorsan, bu da öylesi bir reflekse dönüşmeli. En küçük sorunumuzda ilk aklımıza cemaat düşmeli. Bu yüzden daha çok içimize işleterek okumalı, daha çok görüşmeli, daha çok birbirimizi sevmeli ve tebessüm etmeliyiz. Dünya bir şekilde geçiyor hayatımızdan. Akışına yaşıyoruz, gidiyor. Ama elimizde, davaya adadığımız dakikalar, görüştüğümüz insanlar, bir yerde birilerinin kalbini okşayacak üç beş kelam etmişliğimiz kalıyor. Gerisi boş...