Vaktiyle, memleketin birinde, kasaba eşrafı, ilçeye yeni atanan Kaymakam’a hayırlı olsun ziyaretine gider. Kaymakam’a eli boş gitmek istemeyen eşraf, bir yandan da maddi değeri olan bir hediye götürüp de Kaymakam’ın aklını bulandırmak istemez.
Hediye olarak; ilçeye kırk-kırkbeş kilometre uzaklıktaki Bademli’nin, zemzeme benzeyen o meşhur buz gibi suyundan götürmeye karar verirler.
Eşraf, hükümet konağına girmek üzereyken, aralarına kasabada gevezeliği ile tanınan bir esnaf da karışır.
Eşraf hediyeyi takdim eder. Kaymakam, hizmetliye, meclistekilere de birer bardak ikram edilmesini emreder. Kaymakam suyu içip beğendiğini söyleyince, geveze esnaf araya girer ve başlar Bademli’nin suyunu övmeye. Bademli’nin suyunu överken, tüm takdir ve tahsinleri kendi üzerine almayı da ihmal etmez.
Bademli’nin uzakta olduğunu bilmeyen yeni Kaymakam, geveze esnaf lafını bitirince, ona şöyle der: “Dediğin kadar varmış sahiden, hadi kalk bir bardak daha doldur getir…”
Doksanlı yıllardı. Dindarlara “irtica bahanesiyle” zulmediliyordu. Devletin; dindarların ibadetine, giyim kuşamına, hatta kalplerindeki imana dahi karıştığı tatsız günlerdi.
Dindarlar, istibdatın bu yakıcı sıcağında kavrulurken, ikibinli yıllara girildi. Dindarların acısı tazeyken ve yarası henüz kabuk bağlamamışken, bir siyasi parti ortaya çıktı ve aldatıcı hürriyeti de işaret ederek, “size Bademli’den suyu ben getirdim” dedi.
İçtikleri bir bardak suyla serinleyen dindarlar, o günden sonra, geçmişin kavurucu sıcaklarına olan kin ve nefretlerinin de etkisiyle, o siyasi partiye körü körüne inandılar.
Fakat bir problem vardı. Onlara Bademli’den su getiren, oy verdikleri siyasi parti değildi. O siyasi parti, tıpkı hikayemizdeki uyanık esnaf gibi, fırsatını bulmuş, tüm takdir ve tahsini üzerine almıştı.
Uyanık esnafın niyeti aslında Bademli’nin suyu üzerinden prim yapmaktı. Bir zaman sonra o reise “hadi kalk bize bir bardak daha getir” denildi. O reis baktı ki pabuç pahalı, o kadar yol yürünmez, bu kere de Bademli’nin suyuna benzeyen ne kadar su bulduysa seçmene içirdi.
Seçmen aslında o suyla kanmıyordu, fakat, kahretsin işte, geçmişte çok susuzluk çekmişlerdi.
Bununla birlikte Bademli’ye kadar yürümeyi göze alan ve o reise tabi olmayan bir avuç dindar, Bademli’den getirdiği sudan ahaliye ikram ediyor, “asıl Bademli suyu budur” diyordu.
Bu hale çok öfkelenen o reis, ihlaslı sakalara da devlet gücüyle bir bir mâni oluyordu.
Böylece toplum Bademli’nin suyunun tadını unuttu. Suyun kaynağı yani Bademli, hâlâ ilk günkü gibi aziz ve tatlı olsa da o reisin havuzundaki kokuşmuş suya bakan niceleri, o suyu Bademli’nin zannettiler ve Bademli’nin suyundan soğudular.
Teşbihte hata olmasın. Bademli, o aziz İslamiyet, o reis ise AKP hükümetidir. Bugün bir kısım insanların dinden soğumasının, hatta tiksinmesinin sebebi, AKP’nin din adı altında yaptıklarıdır.
Bugün AKP’nin televizyon dizilerinde, “sol elle yemek günah” diyen ancak zinâ ve yolsuzluğun her türlüsüne bulaşan başörtülü ve dindar karakterlere başrol yazılıyor, aynı dizilerdeki “seküler” tipler ise “dürüstlük abidesi” olarak gösteriliyor ise bu işte bir yanlışlık var.
Demek, Bademli’nin suyuyla derdi olan birileri, o reisin iktidara gelmesine müsaade ettiler. O reis de halkını suya götürdü ama susuz getirdi.