Kader, senin kaderin mi, benim kaderim mi, onun kaderi mi?... Yoksa bizim kaderimiz mi?
Cenab-ı Hakkın akıl ermez mu’cizesi kader…
Evet, konuya oldukça derin bir giriş yapmış oldum galiba. Kader genel anlamda, bilinen ve doğru da olan hâli ile, Allah’ın yaşanacak olan her şeyi önceden planlamış, bilmiş olmasıdır. Ancak şimdi konumuzla bağdaştıracak şekilde kadere farklı bir pencereden bakmak istiyorum.
“Her şey bir kadere göredir...” (Müslim, Kader, 18; Muvatta’, Kader, 1)
Bu hadis-i şeriften yola çıkarak anlayabiliriz ki, kader sadece insana özel yaratılmamıştır.
“Her şey”in bir kaderi vardır. Yani insanların dışında yaratılan diğer canlıların da bir kaderi var. Nasıl ki bir hayvan doğar, büyür ve ölür; işte bu onun kaderiymiş deriz. Ama hadis-i şerifte denilene göre her şeyin bir kaderi olduğu buyuruluyor, yani cansız varlıkların da bir kaderi vardır. Örnek olarak; bir kalenin inşa edilmesi, restore edilmesi, fethedilmesi, yıkılması onun kaderinde yer alabilir. O hâlde insan dışındaki canlılar ve cansız varlıkların da bir kaderi var. Ama hadis-i şerifteki “her şey” kelimesinin kapsadığı bir şey daha var: “Soyut kavramlar”. Mesela bir aile… Aileye katılacak yeni bireyler, vefat ederek ayrılan bireyler bu ailede değişikliğe yol açan ailenin “kaderinde” yer alan olaylardır. Veya bir devlet… Bu devletin yaşayacağı her şey, ekonomik krizler, seçimler, savaşlar, barışlar, ticaretler, politikalar hepsi devletin kaderidir. O hâlde soyut somut, canlı cansız demeden Allah’ın yarattığı “her şey”in bir kaderi vardır. İşte yazının başında demek istediğim, Cenab-ı Hakkın akıl ermez mucizesi kaderden kastım, tüm bu kaderlerin birbiri ile hiçbir çakışma, en ufak yanlış veya uyumsuzluk yaşamadan, her bir noktası diğerini destekler ve ayakta tutar nitelikte muazzam bir örümcek ağı misalindeki topyekün bir kaderdir. Şimdi bu ‘kaderler’ ile ilgili biraz daha detaylı bir konuyu şöyle örneklendirmek istiyorum: Nasıl ki Fatih Sultan Mehmet’in kaderinde İstanbul’u fethetmek varsa, öyle de Osmanlı Devleti’nin kaderinde İstanbul’a sahip olmak, Bizans Devleti’nin kaderinde yıkılmak, Ayasofya’nın kaderinde de cami olmak vardır. İşte bu birbiri ile kusursuz bağlanan kaderler Cenab-ı Hakkın yarattığı küllî bir kaderi oluşturuyor.
Malum, bir süredir sürekli canımızı yakan bir zulüm var Gazze’de. Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor ki: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin…” İşte bizler gibi birçok Müslümanın maalesef bu zulme eliyle engel olma imkânı yok. Bu yüzden dil ve kalp ile değiştirmeye çalışıyoruz. İşte bu noktada asıl konumuza geliyoruz. Aslında bu zulme el ile de dur diyebiliriz. Evet belki bir çoğumuz eline silah alıp cepheye koşamaz ya da devletler arası görüşmeler yapıp barış sağlayamaz. Ama hepimiz “boykot” yapabiliriz. Bu konu zahiren bakıldığında oldukça küçümsenebiliyor. Fakat gerçekten bugün dünyada nüfus açısından üstünlüğü bu kadar ortada olan Müslümanların hep bir elden yapacağı bir boykotun sonuçlarını hesaplamak için istatistikçi olmak gerektiğini düşünmüyorum. Ekonomik açıdan bu kadar büyük bir etki, değil devletlere geri adım attırmayı, devletleri krizlere hatta yok olmanın eşiğine dahi sürükler. Şimdi bu noktada yazının başında anlatmaya çalıştığım kader kısmının konumuz ile ilişkisini izah etmek istiyorum. Bugün Gazze’de, Türkmenistan’da, Suriye’de veya dünyanın herhangi bir yerinde zulüm gören bir Müslümanın kaderinde bu zulümden kurtulmak var ise şayet bu yine başka bir Müslümanın kaderi ile bağlantılı olacaktır. Nasıl ki her şeyin bir kaderi var dedik, Müslüman toplumun da kaderinde bir olmak, zulme karşı durmak, “el ile, dil ile, kalp ile” dur demek var ise, elbet Allah’ın izniyle bu kaderler, zulüm altındaki tüm Müslümanların kaderleri ile buluşacak ve hayra vesile olacaktır.
Günümüzde halk arasında ‘kelebek etkisi’ olarak bilinen, benim hakikat penceresinden baktığımda ‘kaderlerin birbiri ile bağlantısı’ olarak adlandırdığım bu olaylar silsilesi işte öyle gösteriyor ki, herhangi bir insanın nezdinde zahiren önemsiz olarak gözüken bir boykot hamlesi Müslüman veya gayrimüslim fark etmeksizin zulüm altında hayat mücadelesi veren bir mazluma yardım eli olabilir. İşte bu şekilde bir olan Müslümanların kaderlerinin oluşturacağı bir örümcek ağı, aynı bundan 1400 küsur sene önce bir mağarada yaşanması muhtemel büyük bir zulme engel olduğu gibi bugün de Allah’ın izni ile nice zulümlere engel olacaktır.
Yazımı Mevlâna Hazretlerinin şu vecizesi ile bitiriyorum vesselâm: “Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.” (Mevlâna Celaleddin-i Rûmî)
(Genç Yorum, Şubat 2025 sayısından alınmıştır.)