Gıfâr kabîlesinden olan Ebû Zer, Mekke’de birinin Peygamberliğini îlan ettiğini duydu. Bu haberi araştırmak için kardeşini Mekke’ye yolladı.
Kardeşi döndüğünde: O peygamber; hayrı emrediyor, şerri nehyediyor, dedi. Ebû Zer, gönlüme şifâ verecek bir haber getirmedin, deyip peygamberi bizzat kendisi görmek için Mekke’ye gitti.
Mescid-i Haram’da Hz.Ali ile karşılaştı ve ona misâfir oldu. Hz. Ali niçin geldin? diye sordu.
Ebû Zer de, kimseye söylemezsen anlatırım, dedi. Hz.Ali de: “Kimseye söylemem” dedi.
Ebû Zer: Biri peygamberim, diyormuş. Onunla görüşmeğe geldim, dedi. Hz.Ali: O zaman gizlice beni takip et. Eğer birinin sana zarar vereceğini görürsem, ben papucumu düzeltir gibi yaparım, sen yoluna devam et, dedi. Sonunda kimseye belli etmeden peygamberin huzuruna geldiler.
Ebû Zer-i Gıfâri: Yâ Resûlallah! Bana İslâm’ı tâlim buyur! dedi. O da telkîn etti ve hemen orada Ebû Zer müslüman oldu.
Peygamberimiz: “Yâ Ebâ Zer! Bu işi gizli tut. Memleketine dön, git. Sonra sana bizim zuhûrumuz haberi, ne zaman erişirse hemen gel!” buyurdu.
Ebu Zer’de: Ben bu mübârek kelime-i şehâdeti en azılı müşriklerin ortasında haykıracağım! dedi.
Ve dediğini yaptı. Müşrikler de öldürmek kastı ile dayak attılar. Son anda İbn-Abbas imdada yetişti ve: Gıfârlı birini öldürüyorsunuz. Gıfâr, sizin ticâret ve uğrak yeriniz, diyerek onu kurtardı.
Ebû Zer, Sahâbe içinde zühd, îsâr ve takvâsı ile meşhur olmuştur.
Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ebû Zer; yalnız gezer, yalnız yaşar ve yalnız ölür.” buyurmuştur.
Başka bir rivâyette de sevgili nebîmiz, gaybî bir mu’cize olarak onun sürgün edileceğini bilmiş ve “Ebû Zer’e ferman etmiş: “Sen Medîne’den çıkarılıp sürgün edileceksin. Sen yalnız yaşayacak ve yalnız öleceksin.” deyip, Medîne’den nefyedilip, yalnız hayat geçirip, yalnız bir sahrâda vefat edeceğini haber vermiş. Yirmi sene sonra haber verdiği gibi çıkmış.” (Mektûbât, s.105) Îman, istikâmet üzere kalınız.