15 Ocak 2014, Çarşamba
Ah şu perdeler…
Esmâ-i İlâhînin tecellilerini okumaya, işitmeye, görmeye engel perdeler…
Asıllara ulaşmaya mani olan gölgeli perdeler…
Hakikate vasıl olmaya mani olan tarafgir perdeler…
Huzura, duâya, şuurlu acziyete, yakîne ket vuran günahlı perdeler…
İstiâzeyi, istiğfarı, tövbeyi tehir eden vehimli vesveseli perdeler…
Enfüse, vicdana, nazar-ı tefekküre mani olan afakî perdeler…
Tesanüdün, uhuvvetin tesisine engel olan sû-i zanlı perdeler…
İhlâsın tesisine, kazanılmasına, muhafazasına mani olan riyalı perdeler…
Şevkin, gayretin, himmetin coşmasına engel olan itimatsız perdeler…
Asıldaki esas mizanı kaybedince esas zannolunan perdeler…
Ahiret için verilen hubb-u cah duygusunu alabora eden hodendiş, hodgâm, şöhretli perdeler…
Feyze kabil âyine-i camia, ahsen-i takvim hakikatini unutturan isyanlı perdeler…
Muhafaza-i imandan korkup, kesafetinden ürküp imtizac etmek için girdiğin nehr-i nurda erimeye mani olan buzlu perdeler…
Tevhid ve Celâl’in tard ettiği perdeler…
İzzet ve Azamet’in iktiza ettiği perdeler…
İmtihanın adı ve yansıması olan perdeler...
Belki de meçhul dakikalardan ibaret ömür sermayesindeki mal ve mâmelekin adıdır bu perdeler…
Birinden kurtulsan diğeri sarar etrafını…
Birini yırtsan diğeri kalınlaşır, haberin olmadan sessizce…
Hakikat yolunda yürürken ve sebatla kaim olma duâsında ızdırar boyutunu temâşâ ederken, âlemini bürüyen senler ve bizlerden oluşan acabalar, şüpheler…
Sabır gerek, rabıta-i mevt gerek, gaye gerek, ufuk-u âlâ gerek selâmetle yürümek için…
Aldırmadan gıybet ve iftiralara, takılmadan perdelere, farkında olarak imtihan hakikatinin…
Cemâlî tecellilerin tefriki için iktiza etmektedir belki Celâlî tecelliler…
Bütün bunlar “Halk-ı şer şer değil, kesb-i şer şerdir” hakikatinin vuzuhu içindir belki kim bilir…
Rızasını aradığımız Râzık’ımızın rızası bu perdelerde münderiçdir belki bak hele…
Öyleyse razı olunmalı O’ndan gelene.
Hamd ve şükürle mukabele etmeli her hale…
Sen istikamette kal, gayret et, duâ et, neticeyi Rahman olana havale et demeli nefse…
Kapılmamalı düşmanın tuzağı olan öfke, hiddet ve gıybete…
Nereden geldim, niye geldim, nereye gidiyorum suâl-i müşkülünü derhatır et her daim..
Kim bilir temizleniyorsundur belki sekerat öncesi ey nefs-i lâin…
Her ne olursa olsun feragat sana, fedakârlık sana, ayıp sana, kusur sana bilmez misin?
Yoksa daha bu dünyada Cennet nimetlerini yemek mi istersin?
Fahr-i âlem, ferîd-i kevn-ü zaman (asm)—maddî, dünyevî anlamda—huzur bulmuş mu ki bu kesif dünyada?
Her daim arzu etmiş ebed diyarlarını seyrettiği mele-i âlâdan…
Taifliler kanatırken mübarek bedeni, üzerken o server-i ser bülendi…
Cibril (as): “İste indireyim bu dağı yerle yeksan edeyim bu kavmi..”
Cevap belli: “Bilmiyorlar, dur! Gelir arkamdan inanan onların nesli…”
Be hey gafil! Azıcık etini yiyenler mi üzüp kederlendirdi seni?
Hizmet-i iman içindeki lezzet yeter her derde, kedere.
Sen yeter ki durma hak için, hak yolunda hiç durmadan ilerle.
İnandık, iman ettik, vaad edilen nur tamamlanacak nurla…
Bu dâvâ erleri bizzat istihdam edilir yezdan olanın lütfuyla…
“Takdir-i Hüda kuvve-i bâzû ile dönmez.
Bir şem’a ki Mevlâ yaka, üflemekle sönmez.”
Okunma Sayısı: 1039
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.