23 Eylül 2014, Salı
Aslında bu konu çok uzun zamandır beri tartışıla gelmiş.
Hatta Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Kastamonu Lahikası’nda (s. 52) bu meseleye dair, “Risale-i Nur Talebelerinin hasları olan sahip ve vârisleri ve haslarının hasları olan erkân ve esasları olan kardeşlerime bugünlerde vuku bulan bir hadise münasebetiyle beyan ediyorum ki, Risaletü’n-Nur hakaik-i İslamiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risaletü’n-Nur’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risaletü’n-Nur o yolu kestirir, iman-ı hakikîye isal eder. Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel kesret-i mütalaayla bazen bir günde bir cilt kitabı anlayarak mütalaa ederken, yirmi seneye yakındır ki Kur’an ve Kur’an’dan gelen Resailü’n-Nur bana kâfi geliyorlardı. Bir tek kitaba muhtaç olmadım, başka kitapları yanımda bulundurmadım. Risaletü’n-Nur çok mütenevvî hakaike dair olduğu halde, telifi zamanında, yirmi seneden beri ben muhtaç olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lazım gelir.”
Bu konu üzerine çok kimseler çok şeyler söylediler ve söylemeye devam ediyorlar. Acaba Risale harici kitap okumamak bir tutuculuk ve taassubun ifadesi midir? Yoksa ihtiyacı olan en önemli şeyi orada bulmanın ve zamanını iktisatlı kullanmanın adımı mıdır?
Bu konuyu tartışırken yapılan hata, Bediüzzaman’ın ifadesini mutlak (sınırsız, genel, bütününü içine alan) olarak anlamak ya da bu ifadeye mutlak mânâda karşı çıkmaktan kaynaklanıyor.
Risale-i Nur bir Kur’an tefsiri ve kendine has özelliği olan orijinal bir eserdir. Bunu Bediüzzaman Lem’alar adlı eserinde şöyle ifade ediyor:
“Kalbime ihtar edildi ki: … Öyle de, Risale-i Nur, şems-i Kur’aniyenin ziyasındaki elvan-ı seb’ayı ve o güneşteki renk renk, çeşit çeşit yedi nuru birden âyinesinde temessül ettirdiğinden, inşaallah, yedi cihetle şerîf ve kudsî ve yedi Mesnevî kadar ehl-i hakikate bakî bir rehber ve bir mürşid olacak.”
Hal böyle olunca yaş ve kuru her şeyden bahseden Kur’ân’ın parlak bir tefsiri Nurlarda imanî, içtimaî, siyasî ve ahlâkî v.b. konuların esasları vardır, mevcuttur diyebiliriz. Hassaten imanî mevzularda “Çünkü çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. (Mektubat, s. 413)” ifadesi ile o konudaki alanı Nurların doldurduğunu bizzat Bediiüzzaman ifade etmektedir.
Belki bu ifadelerden dolayı Nurlardan istifade eden bazılarının da dile getirdiği “Nurlar sadece imanî meselelerde rehberdir” diyenler de yok değil. Ancak yine Bediüzzaman’ın şu ifadelerini nazara almamak mevzuun eksik kalmasına sebep oluyor: “Gazetelerde neşrettiğim umum makalatımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam, neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidat-ı ukala mahkemesinden tarih celbnamesiyle celb olunsam, yine bu hakîkatleri tevessü’ ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek, hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır. (Tarihçe-i Hayat, s. 66)”
“Çoktan beri görmediğim için, ben hangisini okursam ‘En birinci budur’ derdim. Ötekine bakardım, ‘Bu birincidir.’ Daha öbürüsüne baktıkça hayret ederek kat’î kanaatim geldi ki, Risaletü’n-Nur’un kitapları birbirine tercih edilmez. Herbirinin kendi makamında riyaseti var. Ve bu zamanı tenvir eden bir mu’cize-i maneviye-i Kur’aniyedir.” (Kastamonu Lahikası, s. 11)
Bu ifadelerden de anlıyoruz ki Nurlar imanî mevzuların yanında içtimaî ve siyasî konularda da rehberdir ve o alanı da doldurmaktadır.
Hatta fıkhî ve ahlâkî mevzuların da hikmetli bir şekilde Nurlara nakşedildiği okuyan ve inceleyenlerin malumudur.
Öncelikle kabul edilmesi gereken esas, Risale-i Nur orijinal bir Kur’an tefsiridir. Tevhid, haşir, nübüvvet ve ubudiyet gibi dört ana esas bağlamında dünyevî ve uh-revî hayatın tanzimi için nazil olan Kelam-ı Ezelî’nin hayata taşınması için eşsiz bir eserdir.
Bu esas bağlamında bu ifadeleri mutlak kabul ederek “kesinlikle Nurlardan başka eser okunamaz” demek muhatapları fikr-i inhisar altına almak anlamına gelebilir.
Neden fikr-i inhisar anlamına gelebileceğini izahtan evvel tartışılan konunun zemini ve Nurların bu zeminde nerede olduğunun netleşmesi gerekiyor.
Nurları hangi ölçüyle değerlendiriyoruz / değerlendirmeliyiz?
Din ilimleri mi? Fen ilimleri mi?
Eğer din ilimleriyse;
Kelâm mı? Fıkıh mı? Usul mü? Akaid mi? Hadis mi?..
Fen ilimleriyse;
Tıp mı? Hendese mi? Edebiyat mı? Biyoloji mi? Astronomi mi?..
Mesela tıp ilmini okuyan bir öğrenci veya hekimin, kendi alanı ile ilgili eserleri okumasını nasıl değerlendireceğiz?
Veya ilahiyat okuyan birisi Nurlardan başka kaynaklar okumayacak mı?
Sair meslek erbabı buna kıyas edilebilir. Demek ki “Nurlar kâfidir” ifadesi mutlak değildir.
Meseleye daha farklı bir açıdan bakacak olursak; herhangi bir meslek erbabı veya hiçbir mesleği olmayan birisi Nurlarla iştigal ederken, On Birinci Lem’a, Sünnet-i Seniyye bahsini okuduğunda “Evet, ben Allah’a olan sevgimi, Onun Resulüne olan ittibaımla göstermeliyim” şuuruna ulaşınca hayatın her ânı ile alâkalı Sünnet-i Seniyyeyi nereden öğrenecek?
Nurlar yemek-içmek adabı gibi nafile sünnetlerin tamamını ihtiva ediyor mu?
On Dokuzuncu Söz’den Mefahir-i Âlem’i (asm) dünyasına taşıyan muhatap, onun siyerini okumasın mı?
Ya da “namazı tadil-i erkânla kılmak gerekir” ihtarını alan muhatap, namazın farz, vacip ve sünnetlerini Nurlardan öğrenebilir mi?
Daha farklı bir konu, Dördüncü ve On Beşinci Lem’a’lar ve On Dokuzuncu Mektub’da geçen Kerbelâ hadisesi, Sıffin Savaşı, Vak’a-i Cemel, hilafet seçimi gibi İslâm tarihinde tartışıla gelmiş mevzuların esaslarını Nurlardan öğrenirken; ihtiyaç olduğunda olayın ayrıntısı için ilgili kaynaklara bakılmamalı mı?
İman, hayat, şeriat boyutuyla âhirzaman hadisatını değerlendiren muhatap, hayat ve şeriat alanlarının sorun ve çözümlerini ihtiva eden Münazarat, Divan-ı Harb-i Örfî, Hutbe-i Şamiye ve Lahikaları okuyan birisi, konuyu zihninde açmak ve Nurları pusula olarak kullanmak için ilgili kaynaklara bakmasın mı?
Hülâsa yukarıda zikredilen sorular, “Nurlar kâfidir” ifadesinin her vecihle mutlak olmadığı hakikatine çıkarıyor.
Konuya “Nurlardan başka eserler de okunmalı” diyenler açısından bakıldığında, bu görüşü savunanlar da iddialarını mutlak düşünce planında değerlendiriyorlar.
Mesela bir iktisadçıyı dinleyelim, kişinin kendi konusu üzerinde yoğunlaşması sonucu haklı ve doğru olarak alanında belirli hakikatleri öne çıkarıp ilgili kaynakları tavsiye etmesi gayet normal ve tabiîdir.
Aynı tavrı sosyologdan, hekimden, biyologdan, tarihçiden, fizikçiden, hukukçudan vs. farklı alanlarda da görebiliriz ve gayet normal ve tabiîdir.
Okunma Sayısı: 2855
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.