21 yıllık AKP iktidarının, “Hedefimiz ilke ve inkılâpları toplumun ortak paydası yapmaktır” dediğini yeri geldikçe sürekli vurguladık ve hatırlattık.
Atatürkçülüğü, hattâ altı oku CHP’den alıp sahiplenmeye yönelik söylemlerini, okul kitaplarındaki 30’lu yıllardan farksız Kemalizm propagandasını, Atatürkçülük karşısında hiçbir faaliyeti korumayıp devleti ve toplumu Atatürk milliyetçiliği cenderesinde tutan darbe anayasasındaki resmî ideoloji vurgularına hiç dokunmamış olmasını da.
Keza tamamı Atatürkçülük adına yapılan darbelerin tahribatını parlamenter sisteme fatura edip ülkeyi bir tek adam rejimine götürürken, referans ve model olarak birinci ve ikinci reis dönemlerini göstermesini de.
Bununla bağlantılı olarak yasama ve yargı başta olmak üzere bütün devlet mekanizmasının ve yanı sıra üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının, medyanın... aynı tek adam rejiminin kontrolüne alınmasını da.
Bütün bunlar “dindar” siyasetçilerin iktidarında oluyor ve Zübeyir Gündüzalp’in “din adına siyaset” yapanlar için, eski CHP kafasını kast ederek söylediği “CHP’lilerin dindarları” tesbitini tasdik ve teyid ediyor.
Böylece çoktandır bitkisel hayata ve sekerata girmiş olan Kemalizmin ömrünün, bu kadrolar eliyle uzatılması gibi son derece tuhaf bir halle karşı karşıya kalıyoruz. Şerif Mardin’in “AKP iktidarı Kemalizmin başarısıdır” ve Kemal Karpat’ın “Erdoğan Kemalizmin ömrünü uzattı” tesbitlerini teyid eden bir hal.
Öyle ki, bilhassa son dönemde olup bitenler, Perinçek gibi bir isme “Hayatımın en mutlu günlerini yaşıyorum” dedirtiyor...
Ona bu mutluluğu yaşatan “dindar”lar Atatürkçülüğün “dinci” versiyonunu ortaya koyarken, eşzamanlı olarak, laikçi “öz ve hakikî Kemalist” damarı da tahrik ediyorlar.
Ve bunlar, tersten ve düzden Kemalizmin “ihya”sı gibi bir tabloyu ortaya çıkarıyor.
Bu hengâmede bir taraftan kimi AKP’liler Erdoğan’a “ikinci Atatürk” gibisinden “övgü”ler düzmeye devam ediyorlar.
Böyle bir tablo karşısında, resmî ideoloji dayatmasına boyun eğmeyip teslim olmayan, demokrasiye, hak ve özgürlüklere, adalet ve hukuka, insanî değerlere kararlılıkla sahip çıkan sağlam bir duruşun korunup geliştirilmesi daha da büyük bir önem kazanıyor.
Çünkü Türkiye ancak hukuk ve demokrasi eksenli öyle bir duruşla düze çıkabilir.