Cumhurbaşkanı Berlin sonrasındaki beyanlarında “Sayın Trump”a şöyle sitem etmişti: “YPG ve malûm terörist Abdi Şahin’le ilgili adeta ‘Bunu kabul et’ diyecek kadar maalesef ileri gitme durumu olmuştur.”
Ve ekledi: “Aynı şeyi Putin de yapıyor.”
Böylece, bilinen birşey bir kez daha tekrarlandı: Ankara’nın “terörist” dediği YPG’ye Washington ve Moskova’nın bakışı farklı.
Bu ihtilâf sadece YPG’de değil. İdlib’den bir örneği yine Cumhurbaşkanından dinleyelim:
“Bizim ılımlı muhalif olarak baktığımız kişilere Putin terörist olarak bakıyor. Kim terörist? Onlar kendi toprağını savunan direnişçi.”
Aynı ihtilâf Libya’da da karşımıza çıkıyor.
Ankara Hafter’e “terörist” diyor, ama Berlin Konferansına katılan diğer ülkeler ona arka çıkan Temsilciler Meclisini muhatap alıyor.
Örnekler bunlarla da sınırlı değil.
Meselâ Ankara hükümetinin desteklediği Müslüman Kardeşler, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan başta olmak üzere bazı Arap ülkeleri tarafından “terör örgütü” olarak niteleniyor.
ABD de böyle bir kararın hazırlığı içinde.
Bir diğer örnek, İsrail’in Hamas’ı aynı suçlama ile hedefine koyarak üzerine gitmesi.
İsrail’in, Filistin’e yönelik katliamlarına Ankara’dan yükselen tepkileri, “Siz Güneydoğu’da çok farklı mı davranıyorsunuz?” şirretliği ve pişkinliğiyle karşılaması, olaya ayrı bir “ironi” katıyor.
AA çalışanlarını “İhvan bağlantısı” iddiasıyla gözaltına alan Mısır’ın, Türkiye’yi “basın özgürlüğünde en kötü ülke” diye nitelediği gibi.
Terör tanımlarının bu derece farklı olmasının sebebi hukukî değil, siyasî kriterlerle yapılmaları. Onun için kiminin terörist olarak gördüğüne diğeri “bağımsızlık ve özgürlük savaşçısı” gözüyle bakıp destek verebiliyor.
Dünyada bu meseleye hukuk ekseninde yaklaşmaya çalışan tek adres herhalde AB.
Ve AB’nin bu konuda en çok ters düştüğü ülke de, birlik üyeliğine aday olan Türkiye.
Brüksel’le Ankara arasında terör ve terörist tanımında öteden beri var olan anlaşmazlık, 20 Temmuz OHAL sürecinde iyice derinleşti.
Bu süreçte her önüne geleni “terörist” diye yaftalama furyasının ayyuka çıkması, bu ihtilaftan kaynaklanan gerilimi daha da arttırdı.
Vize işini tıkayan en önemli sebep de bu.
Çözümse yine hukuk. Üzerine siyasetin gölgesi düşmemiş, bağımsız ve objektif hukuk.