Uçak seyahatlerinde İstanbul üzerinde seyrederken şehre havadan bakınca görünen manzara, ucu bucağı olmayan bir alana yayılan betonlaşmanın hangi boyutlara ulaştığını çok daha net gösteriyor.
Erdoğan’a bir ara “İstanbul’a ihanet ettik” itirafı yaptıran bu hüzün verici tablo, bütün dünyayı etkileyen iklim krizinden, alışılmadık hava olaylarından, karsız kışlardan, kuraklıktan, aşırı sellerden... daha fazla etkilenmemize yol açan başlıca sebeplerden biri.
Şehirden atmosfere yükselen ısı kar yağmasını engelliyor; aşırı yağışlarda suya akacağı mecra bırakmayan betonlaşma sel baskınlarına yol açıyor; kuraklık şehri kavuruyor.
Yeşil alanların alabildiğine azaltılıp imara açılan alanlara gökdelenler dikilmesi, şehri nefes alamaz hale getiriyor. Her taraf binalarla doldurulurken yetersiz kalan yollarda artan araç sayısının getirdiği yoğunluk, trafiği içinden çıkılmaz bir kördüğüme çeviriyor.
Otopark problemine akılcı ve kalıcı bir çözüm bulunamaması da ayrı bir çile sebebi.
Bütün göstergeler, şehir plancılığında sınıfta kaldığımız vâkıasını yüzümüze vuruyor
İstanbul “yaşanabilir Avrupa şehirleri” listesinde sonuncu sıradaysa boşuna değil.
Ve bunlar artık sadece İstanbul’un değil, bütün Anadolu şehirlerinin problemleri.
Bu tablonun betonlaşma boyutunda TOKİ’nin de büyük payı var. İrili ufaklı bütün yerleşim bölgelerinin en güzel mekânlarında TOKİ’nin çok katlı apartmanları dikildi.
İnsanların mesken ihtiyacını karşılamak elbette ki önemli bir hizmet. Ama keşke betonlaşmayı her tarafa yayarak değil, geleneği modern inşaat teknikleriyle mezcedip akılcı şehir planlama kuralları çerçevesinde üretilen orijinal ve fıtrî projelerle verilseydi...
Apartman furyasının sorumlusu elbette ki TOKİ değil. Güya modernliğin gereklerinden biri gibi sunulan apartman tutkusu çok daha önce başladı. Ve bu sevda ile, bahçeli ahşap fıtrî ev kültürümüzün canına okundu.
Ve TOKİ de bu furyayı devam ettirdi.
Oysa modermleşme adına sözümona örnek alınan Avrupa, inşaat ve mimarîde şehirlerinin tarihî dokusunu da, yeşil alanlarla orman ve tabiat varlığını da itina ile korudu.
Bizse ne kendimiz olarak kalabildik, ne de onlar gibi olabildik. İki ara bir dere vaziyeti...