Cizre’deki programımıza civar şehir ve mahallerden de gelen kardeşler, ağabeylerimiz oldu: Mardin’den, Midyat’tan, Kızıltepe’den, İdil’den...
Cizre’den ise, sohbet ve imza programımıza zahmet edip katılan hiç mübalâğasız diyebilirim ki 7’den 77’ye her yaştan insanımız oldu. Mübarek, mütedeyyin, mütevazı, misafirperver, kadirşinâs insanlar...
Hepsine tebrik ve duâlarımızı iletiyoruz. Cenâb-ı Hak ebeden razı olsun. Her birisinden ayrı bir şevk ve enerji aldık.
Sadece bize karşı değil, insan ilişkileri ve özellikle misafire muamele hususunda Cizre ve bölge genelinde gördüğümüz sosyal, kültürel, medenî tablo şudur: İnsanlar, birbirlerine karşı son derece saygılı, hürmetkâr davranıyor. Yek diğerine karşı kemâl-i tevazu ve mahviyetle yaptığı muamele, hemen her noktada kendini hissettiriyor.
Misafirperverlik, nâmuskârlık, fedakârlık, civanmertlik, hele hele dindarlık ve dinî ilimlere bağlılık, bölge insanının kalbine, ruhuna yerleşmiş, dem ve damarına işlemiş.
Hatırlatmakta fayda var: Bütün bu özellik ve güzellikler “bozulmamış Kürtler”de bulunur: Sâfi, temiz, hakikî, dindar Kürtler...
Dolayısıyla, din dışı gazât-ı muzırra ile zehirlenmiş olanlar, yani kökü hariçte olan siyasî ve ideolojik illetlerle aklı-fikri hastalanmış kimseler bahsimizden hariçtir.
* * *
Öte yandan, umum Şark’ta Üstad Bediüzzaman Said Nursî’ye çok büyük bir hürmet, Nur Risâlelerine ise kemâl-i şevk ve iştiyakla büyük bir teveccüh söz konusu. Bu teveccühte, şüphesiz mübarek saff-ı evvelin ve umum Nur Talebelerinin hissesi büyüktür.
Bununla beraber, Cizre’de medfun bulunan Seyyid Ali gibi zâtların, genel kabul gören kasidesindeki şu tarz ifadeler de Kürtlerin Nur Risâlelerine olan hürmet ve teveccühünün ziyadeleşmesinde etkili olmuştur:
Ey Ali! Said gitti gerçi; lâkin, Risâle-i Nur gitmedi;
Yüzlerce tavsiyem, sakın mahrûm kalma ondan...
* * *
Bilindiği gibi Cizre, gerek maddî ve gerekse maneviyatı itibariyle son derece önemli bir mevkide bulunuyor ve bir o kadarda mühim stratejik bir konumda yer alıyor. Misâl: Hem Suriye, hem de Irak sınırına yakın mesafede bulunuyor. Her iki tarafa yönelik olarak da ulaşım ve taşımacılık faaliyeti aktif şekilde devam ediyor.
Kezâ, bir tarafında Cennetin damlalarıyla bereketlenen Dicle Nehri usûl usûl akıp giderken, bir tarafında da Hz. Nuh’un gemisine iskele vazifesi gören Cebel-i Cûdî, bütün ihtişâmıyla arz-ı endâm ediyor.
Bu kudsî hadisenin bilâteşbih zikredildiği Risâle-i Nur’da şu hakikatli ifadelere rastlamaktayız: “Risâle-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cûdî hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tokatından kurtulmasına bir sebeptir.” (Kastamonu Lâhikası: 98)
Evet, hiç şüphe yok ki, Risâle-i Nur, Anadolu gibi, umum vatan sathı, hatta umum âlem-i İslâmiyet için de bir mânevî sadâka hükmüne geçip şu dehşetli zamanın fitnesinden, fesadından, maddî-mânevî belâ ve musîbetlerinden kurtulmaya, yahut muhafaza olunmaya bir sebeptir, bir vesiledir.
İşte, Cizre ve benzeri yerlerin sağlamlığını temin eden sebeplere baktığımızda da, aynen bu mânâları görmekteyiz. Bunları gördükçe de, istikbâle yönelik şevkimiz daha da artmakta, ümidimiz yeşermekte, heyecanımız ziyadeleşmeye devam etmektedir.
Ne mutlu, hepimiz için can damarı hükmündeki bu ulvî-kudsî mânâları derk eden ve bu meyandaki hizmetlerde hissesi ziyade olanlara... Bu duygu ve düşüncelerle umum kardeşlere selâm, hürmet ve muhabbetlerimizi sunuyoruz.