Dâvâsı hak olanın, hizmet metodu da hak olmalı. Tâ ki, muhataba tesir edip onu tasdike mecbur etsin.
Allah’ın inayetiyle, Kur’ân’ın hakikî bir tefsiri olan Risale-i Nur bu tarzda gidiyor. Ona muhatap olan bir kimse, hangi din ve milliyetten olursa olsun, ya ikna, ya da ilzam olur. Üçüncü bir yol, başka bir tercih imkânı yok.
Hayatım boyunca, hem bu tarzdaki hadiselere şahit olmuşumdur. Aksi yöndeki istisnaları dahi görmüş, yahut duymuş değilim.
İşte, bu da gösteriyor ki, Risale-i Nur, Kur’ân’ın bir mu’cize-i maneviyesidir. Başka hiçbir fikir ve ideoloji ile mağlup edilemiyor. Onun şahs-ı manevîsi daima galiptir. Bu Nur, bazı talihsizlikler sebebiyle muvakkaten gizlense dahi sönmüyor ve söndürülemiyor.
Aynı dava istikametinde çaba gösteren şiddet, yahut hamaset metodu bu zamanda maksada ulaşamıyor, hatta maksada hizmet dahi edemiyor. Aksine, gaye ve maksada zarar veriyor. O halde, bilhassa bu zamanda şiddet ve hamaset metodu ile Kur’ân’a, İslâm’a hizmet etme ütopyasından vazgeçmek ve onlardan uzak durmak lazım geliyor.
★
Öte yandan, hamaset temalı yazı ve konuşmalar, hemen her devirde az-çok tesir edegelmiştir. Ama, bu zamanda bunun zayıflamaya, hatta çürümeye, yahut çürütülmeye başladığını söylemek mümkün.
Çünkü, hamasî hitabetlerin ziyadesiyle istismar edildiği birçok sahada görüldü, müşahade edildi. İstismara açık olan sair meseleler gibi, bunun da zaafa uğraması, hatta yer yer alay konusu olması kaçınılmaz geliyor.
Bu acı tecrübelere rağmen, hissiyat ve hamaset, bazı zaman ve zeminlerde, bilhassa siyaset âleminde boy gösteriyor. Hele seçim atmosferinde, yahut “millî birlik
beraberlik” nutuklarının oy devşirmeye yaradığı zamanlarda, iş artık zıvanadan çıkma raddesine geliyor.
★
Bereket versin ki, herşeye rağmen yine de aklı, mantığı, izah ve ikna metodunu ön planda tutanlar var; şükür ki, serinkanlı olmayı, temkinli davranmayı ö-ğütleyenler var.
Ne var ki, bunların âkılâne söz ve öğütleri, yüksek volümlü hamasî nutukların gümbürtüsü altında bazen yeterince duyulmuyor. Duyulmayınca, hâliyle anlaşılmıyor.
Onun için, ne yapıp etmeli, kitlelerin dikkatini akıl sahiplerinin söylediklerine çekmeli.
Zira, ülkenin menfaati de burda, milletin selâmeti de.
İşte, bu noktada yine Risale-i Nur’da anlatılan, ders verilen ulvî-kudsî düsturlar, burada da kendini gösterip imdadımıza yetişiyor. O düsturlara sarıldığımız, o ölçü ve kıstaslara uygun şekilde hareket ettiğimiz takdirde, Allah’ın inayetiyle ortada kalmayız ve dünyada-ahirette mahçup durumlara düşmeyiz.
★
Son olarak iki noktayı daha hatırlatarak nihayet verelim.
BİRİNCİSİ: Hissiyat, hamaset, elbetteki herkese ve her millete lâzım. Lâkin bunlar, mutlak sûrette aklın elinde ve mantığın kontrolünde olmalı. Kontrolden çıkan bir hissiyat, aklı dışlayan bir hamaset, bir gün mutlaka döner ve sahibine zarar vermeye başlar.
İKİNCİSİ: Mü’min kişi, Allah’ın ona bahşettiği iradeyi akıldan, mantıktan, izah ve ikna metodundan yana koy- malı; dahası, insaftan-vicdandan yana kullanmalı.
Bu sayede, hem hissiyatını kontrol altına almış olur; hem de muhtemel hatalara, veballere karşı kendini muhafaza etme şahsını yakalamış olur.