Bazıları için hayat kavgadan ibarettir. Bütün günlerini, günlerinin neredeyse her saatini karşılıklı kavgayla, gürültüyle, çekişmeyle, sataşmayla geçiriyorlar.
Kavgadan beslenenler, zaten başka güzel şeyler düşünemez hale gelir. Allah bilir ya, rüyâda bile kavgayı görürler. Yazık değil mi...
Kutuplaşmadan medet umanlar, herkesin bir tarafa yaslanarak orada kemikleşmesini, iradesini bile kazık gibi çakıp durmasını ister.
Hele hele, yaklaşan seçimleri birbirine üstünlük sağlamak, yekdiğerine galebe çalmak, ona “gününü göstermek” gibi rövanşist bir hesaba dahil etmiş olanlar için hayatın başka bir anlamı, değeri kalmamış demektir.
Esasında, bu mânâda bir hesaplaşmanın içine girilmiş olduğunun çok açık bir delili de, son bir-iki sene, özellikle son birkaç ay zarfında söylene gelen aşağıdaki türden sataşmalı, karalamalı, dışlayıcı sözlerdir.
* * *
Siyasî cenah: Allah şahit, şimdiye kadar ne istedilerse verdik. Ama, bunlar başka türlü hareketlere yöneldiler. Millî olan her şeye karşı çıkmaya başladılar.
Sosyal cenah: Kendi imkân ve gayretimizle kazandığımız hakları, kimse şahsî lütûf ve ihsan gibi gösteremez.
Bizim dostluğumuzun kıymetini, desteğimizi kaybedince anlarsın. Link: zaman.com.tr/ekrem-dumanli/kaybedince-anlamak_1315396.html
* * *
Siyasî cenah: Bunlar paralel yapı. MİT dahil her kademeye sızmışlar, her yerde aleyhimizde çalışıp arıza çıkarıyorlar. Bunu asla kabul edemeyiz.
Sosyal cenah: Müslümanlar, aslî dâvâ ve ideallerini unutmamalı. İktidarlar gelip geçicidir, her zaman “olan”dan “daha iyisi” vardır. Link: zaman.com.tr/ali-bulac/siyak-ve-sibak_1253902.html
* * *
Siyasî cenah: Bunlar, uluslararası karanlık ihanet odaklarıyla birlikte çalışıyorlar. Gözlerini karartmışlar, Türkiye’ye zarar veriyorlar.
Sosyal cenah: Ülkeye ve millete asıl büyük zararı sen veriyorsun. Aile taallukatın dahil, yakın çevrende bulunan pekçok kimse rüşvet ve yolsuzluğa batmış durumda.
* * *
Siyasî cenah: Rüşvet ve yolsuzluk bir kılıftır; bu bir perde, bir paravan olarak kullanılıyor. Asıl hedef benim, benim hükümetimdir. Bizimle bu şekilde uğraşanlara asla acımayız, merhamet etmeyiz. Evet, “Eğer acırsan, acınacak duruma düşersin.”
Sosyal cenah: Suçsuz insanları acımasızca cezalandırıyorsun. Vatanını, milletini senden daha çok seven başarılı memurları kıyımdan geçiriyorsun. Bürokraside yetişmiş kadroları topyekûn biçiyorsun. Bu mudur vatan, millet sevdâsı ile hareket etmek?..
* * *
Siyasî cenah: Bu tür örgütlerin geçmişte de çok büyük zararları görülmüştür. Haşhaşinler, Büyük Selçuklu devletini çökertmeye çalışmışlardır. Böylelerine musamaha ile bakılamaz, yaptıkları asla hoş görülemez. Bu örgütün lideri Amerika’da. Gücü yetiyorsa Türkiye’ye gelsin de parti kursun bakalım...
Sosyal cenah: İşin çivisi çıktı artık. Bütün hayatını gönüllü hizmetlere adamış olan bir muhterem zâta dil uzatmak, onu küçük düşürmeye çalışmak kimsenin hakkı da, haddi de değil. Bu tarz sataşmalarda bulunan bir başbakanın nasıl bir ruh haleti içinde olduğunu anlamakta güçlük çekiyoruz.
Ferâgat: Hz. Hasan (ra) gibi...
Yukarıdaki sataşmalı sözlerin benzerlerini düzinelerle sayıp sıralamak mümkün. Biz bunlardan sadece maksadı hasıl edecek kadarını aktarmaya çalıştık. Gerisi ve daha fazlası, herhalde gerekmez.
Bu meyanda bizim bundan en az iki sene evvel duyup hissettiklerimizi, insanlarımızın ekseriyeti henüz iki-üç ay kadar önce görüp anlamaya başladı.
Bundan sonrası için ise, şimdilik şunu söylemek mümkün: Neticesini hemen hiç kimsenin tam olarak kestiremediği ve fakat belirsizlikle paralel şekilde gürültüsü de giderek şiddetlenen yoğun stresli, evhamlı, endişeli bir döneme giriliyor.
Taraflar, yek diğerinin belini kırmaya odaklanmış durumda. Bütün tahşidatı ona göre yapıyor.
Geri adım işareti vermeyen bu tarz bir dikleşme ve didişme hali, Cumhuriyet tarihimizde ilk defa yaşanıyor.
Belli ki, zahirde görünmeyen birtakım faktörler de işin içine dahil olmuş.
Bunu hisseden insanlarımız, biraz da bu yüzden mutsuz ve huzursuz.
Kezâ, bilek güreşine tutuşan baş aktörler, biraz da bu sebeple asabileştikçe asabileşiyor.
Oysa, onlardan beklenen, Hz. Hasan (ra) gibi davranmaktır. Yani, ecnebilerin sevinerek temâşa ettiği bir kardeş kavgasını bitirmek, bu dehşetli fitneyi söndürmek ve hâsseten ehl-i İslâmı birbirine kırdırmamak için, icabında meşrû hakkından ferâgat etmektir.
Bilindiği gibi, Beşinci Halife Hz. Hasan ile Emevî Devletinin kurucu başkanı Hz. Muaviye’ye bağlı olan iki büyük İslâm ordusu, aralarındaki ihtilâf sebebiyle karşı karşıya gelip birbirini tamamıyla imhâ etme vaziyetini aldıklarında, fazilet timsâli Hz. Hasan, kendi hakkından vazgeçerek, o dehşetli kanlı fitnenin önünü kesti.
Bu pek hikmetli hakikatin sırrına dair, Üstad Bediüzzaman Mektubat eserinde şu tevilde bulunuyor:
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nakl-i sahihle ve mütevatir bir derecede bize vâsıl olmuş ki, minber üstünde, cemaat-i Sahabe içinde fermân etmiş ki: ‘Şu benim evlâdım Hasan, seyyiddir. Allah, onun vasıtasıyla Müslümanların iki büyük ordusunu barıştıracaktır.’ (Buharî, Fiten: 20)
“İşte, kırk sene sonra İslâmın en büyük iki ordusu karşı karşıya geldiği vakit, Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh, Hazret-i Muaviye (ra) ile musalâha edip, cedd-i emcedinin mu’cize-i gaybiyesini tasdik etmiştir.” (Age, s. 98)
* * *
Temenni edelim ki, ya lider konumundaki zatlardan herhangi biri, ya da cemaat-i İslâmiyeden olan ihvanlarımız, kemâl-i şuur ve irfanla hareket ederek, ittihad ve uhuvvet-i İslâmiyeye serâpa zarar veren bu mânâsız kavgadan çekilmeye ve böylelikle mevcut dehşetli fitne ateşini—Hasenî bir faziletle—söndürmeye çalışırlar.
Tarilte Bugün: 14 Şubat 1996
Emekli olduktan sonra Milliyetçi Hareket Partisine katılan eski Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Nusret Demiral "Ezan Türkçe okunmalı" deyince, çok şeyler beklediği partisinden ihraç edildi.