İkinci dünya savaşının bütün şiddetiyle hükmettiği bir dönemde, tarih itibariyle 19 Aralık 1941’de, tek parti hükûmetinin almış olduğu olağanüstü bir kararla ekmek sarfiyatı karneye bağlandı.
Alınan karar, resmî olarak her ne kadar herkes için geçerli olsa da, maalesef kimi yerde haksızlıklar, suistimaller, imtiyazlar, hatta türlü sahtekârlıklar da kaçınılmaz olarak devreye girmiştir. Misâl: Resmî karnelerin yanı sıra, bazı matbaalarda sahte karnelerin de basıldığı ve gizlice dağıtıldığı tesbit edilmiştir. Aşağıda, buna dair bir mahkeme bilgisi sunulacaktır. Şimdi, yakın tarihte yaşanan bu inanılmaz vak’anın değişik cephelerine bakmaya çalışalım.
*
Uygulama, ana hatlarıyla şöyle: 1942 yılı Ocak ayı başlarında Türkiye genelinde fiilen uygulanmaya başlanan “karne ile ekmek” kararına göre, her isteyen fırınlardan istediği kadar ekmek alamıyor. Her aileye düşen ekmek miktarı, aile reislerinden alınan ve muhtarlıkların tasdikinden geçen beyannamelere göre belirleniyor.
Bu beyannameler esas alınarak, her aile adına bir "ekmek karnesi" düzenleniyor ve ekmek miktarı ona göre veriliyor.
Gariptir ki, aynı gün içinde hükûmetin almış olduğu bir başka kararla, ekmek fiyatlarına % 106 gibi çok yüksek oranda zam yapılıyor. Buna göre, 19 Aralık gününe kadar 8 kuruş olan ekmeğin fiyatı, o günden itibaren 16.5 kuruşa çıkartılmış oluyor.
*
O devrin hükümetine ait bir diğer icraatı da şudur: Yurt genelinde yetiştirilen arpa, yulaf ve bilhassa buğday gibi temel hububat miktarı, ilgili resmî makamlara mutlaka bildirecek. Bildirmeyenler veya yanlış bilgi verenler hakkında cezai işlem yapılacak.

Bu arada, 25 Aralık günü İstanbul çevresinde yetiştirilen yulaf, buğday ve arpaya devlet tarafından el konuldu.
Türkiye'nin hemen her tarafında uygulanan bu "karneli ekmek" politikası, yaklaşık 5 sene müddetle aralıksız şekilde devam etti. İlk rahatlama belirtisi 9 Eylül 1946'da görüldü. Bu tarihte, üç büyük şehirde (İstanbul, Ankara ve İzmir'de) "karne ile ekmek" uygulamasına son verilmiş oldu.
*
Sıkı ekmek politikası, o yıllarda baş gösteren kıtlık ve kuraklığın yanı sıra, Türkiye dışında cereyan eden II. Dünya Harbi sebebiyle tatbik ediliyordu. Ne var ki, o dehşetli savaş sona erdikten sonra da, yaklaşık bir yıl müddetle aynı sıkı politikaya devam edildi.
İşin en acıklı yönü ise, hükümetin zorla toplattırdığı buğday ve sair hububatın depolarda, silolarda çürümeye terk edilmesiydi.
*
Ve, sahte karneler
Yaklaşık beş yıl süren karneli ekmek döneminde, ayrıca pek çok yerde sûistimaller yaşandı. Bir yandan, kalburüstü kimseler bol miktarda ekmek bulup tüketebiliyor ve hatta "bale ve opera" gibi oyunların kesintisiz devamını "gururla ve iftiharla" sağlama başarısını gösterebiliyor iken, bir yandan da "sahte karne" basıp dağıtanlara şahit olunuyordu.
İşte bu hâlin tuhaf bir misâl: 8 Şubat 1945 tarihli Yeni Asır gazetesinde çıkan "Sahte ekmek karnesi basımına iki yıl hapis" başlıklı haberde aynen şu ifadeler yer alıyor: "Millî Korunma Mahkemesi, hakikisinden ayrılamayacak kadar mükemmel sahte 'ekmek karnesi' basan ve bunları piyasaya süren beş kişilik şebekeyi, ikişer sene hapse mahkûm etmiştir. Sahtekârlar, fırınlara muhtarların halka dağıttığının çok üzerinde karne gelmesiyle harekete geçen polisin, haftalar süren takibiyle yakalanmıştır."
Evet, bugün için çok garip ve tuhaf karşılansa da, yakın tarihte bu türden vak'aların yaşandığını bilmekte fayda var. Doğru söyleyen tarihi konuşturmaya devam inşallah…
Son bir nokta: O dönemde Kastamonu'da bulunan Bediüzzaman hazretleri, ağırlıklı olarak israftan uzak durmanın ve iktisada riayet etmenin ehemmiyetinden söz ediyordu.