Kafkas Cephesi’nin Sarıkamış ve çevresindeki yüksek dağlarda Rus kuvvetleriyle savaşa hazırlanan Osmanlı Ordusu’nda bulunan 90 bin civarındaki askerin, açlık, salgın hastalık ve dondurucu soğuklar sebebiyle, on binlerce sayıda kayıp verdiği ve düşman kuvvetleriyle savaşamayacak bir vaziyete düştüğü hususu, nihayet 15 Ocak 1915’te kesinlik kazanmış oldu.
Kış şartlarına göre ordunun ihtiyaçlarını büyük ölçüde karşılayacak olan elbise, ayakkabı, çadır ve bilumum lojistik maddelerini Almanya’dan getiren gemilerin Zonguldak açıklarında Rus torpidoları tarafından batırılması sonucu, Sarıkamış’taki birlikler düşmanla hiç savaşmadan söz konusu ağır şartlara yenik düştü.
Evet, Sarıkamış Fâciası hakkındaki bilgi ve kanaatleri kasten saptırmanın şimdiye kadar karanlıkta bıraktığı bu önemli sebebin iklim ve coğrafî şartlarını şöylece özetlemek mümkün:
Kış şartlarına göre yeterince hazırlanamadan cepheye giden, gitmek durumunda kalan Osmanlı askerleri, özellikle o sene çok şiddetli geçen soğuklar sebebiyle kırıldı. Ama, mevcut şartlara hazırlıklı şekilde gelen Rus ordusu da orada büyük telefat verdi. Soğuk ve karlı havaya nisbeten alışık olan Rus birliklerinden yaklaşık 30 bin kadar asker aynı bölgede donarak öldü.
Ne var ki, bu önemli husus çoğu zaman es geçiliyor, yahut hiç nazara verilmeden hadise hakkında ahkâm kesiliyor. Bundan da anlaşılıyor ki, peşin hükümlü yaklaşımlar sebebiyle, Sarıkamış Fâciası hakkındaki bilgi karmaşası bir müddet daha devam edecek.
Öte yandan, söz konusu ağır şartları hemen hiç nazara almadan, hatta hiç araştırma gereğini dahi duymadan, bütün suç ve günahı Enver Paşa’ya yükleyenler var. Tabiî, bunun da önemli bir sebebi var; biraz da onun üzerinde durmaya çalışalım.
*
Evet, bu tarihi hadise hakkında yüz yılı aşkın süredir yaşanan zihnî kargaşanın bir sebebi de, bazı çevrelerin Enver Paşa hakkındaki tutum ve telâkkilerinden kaynaklanıyor.
Zira, gerek Sarıkamış ve gerekse Çanakkale hadiselerinin yaşandığı dönemde, fiilen Başkomutan mevkiinde olan kişi Enver Paşa’dır.
Onunla aynı yaşta ve aynı meslekte olup, hayatları boyunca rekabet halinde bulunmuş olan M. Kemal ile araları hiç iyi olmamış; dahası, ikisi daima çekişe gelmişlerdir.
Bu rekabetkârane çekişme haline, hemen bütün kaynaklarda rastlamak mümkün.
İşte, bu rekabet ve çekişme sebebiyledir ki, Sarıkamış'ın bütün günahı, üstelik abartılı bir şekilde Enver Paşa’ya yüklenmeye çalışılırken, aynı hadiseden bir ay kadar sonra kazanılan Çanakkale Zaferi’nde ise, Enver Paşa adeta yok sayılıyor. Aksine, M. Kemal herkesin önüne konuluyor. Oysa ki, M. Kemal henüz Albay rütbesinde olup, 18 Mart Zaferi’ne kadar o diyarda dahi değildir.
Halbuki, Ordu Kumandanı ve Padişah Vekili olan Enver Paşa, her iki hadise esnasında da aynı kişidir ve aynı mevkinin, aynı yetki ve sorumluluğun sahibidir.
*
Son bir notu da, M. Kemal’in bilgisi dahilinde Çankaya (F. R. Atay) isimli kitapta yer alan bir anekdottan aktaralım. Bu kitapta aynen şu ifadeler yer alıyor:
Doktor Nazım ve bir nüfuzlu İttihatçı aralarında konuşmakta imişler. Enver Paşa birdenbire içeri girince susmuşlar. Başkumandan merakla:
- Her hâlde bana dair bir şeyden bahs ediyordunuz. Söyleyin bana, demiş.
- Mustafa Kemal'in niçin terfi ettirilmediğini konuşuyorduk, cevabını vermişler. Enver:
- İşte, demiş ve cebinden Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal’in generallik rütbesine çıkaran tezkeresini göstermiş.
Sonra şunu ilâve etmiş (Enver Paşa):
- Ama biliniz ki, onu (M. Kemal’i) paşa yapsanız padişah, padişah yapsanız Allah olmak ister.
(Age, s: 39)