Kime sorsanız, size ayrılmanın, bölünmenin, ihtilâfa düşmenin hakikat nazarında yanlış ve zararlı olduğunu söyler.
Ne var ki, bunu söyleyenlerin de zamanla aynı hataların-yanlışların içine düşmekten kurtulamadığını hadiseler bize gösteriyor. Bu fecî duruma düşenlere “hâlis iman hizmeti”nde bulunma iddiası”nda olanlar da kısmen dahildir.
Bu fecî hâlin sebeplerine baktığımızda ise, siyasî ihtilâfların birinci sırada geldiğini esefle görüyoruz. Diğer sebeplerin daha çok şahsî menfaatlere, hissî marazlara, hususî arızalara dayandığı görülüyor.
Lâkin, sebep ne olursa olsun, husûle gelen sonuç tablosu, Sultan Selim’in bu meseledeki yakınmalarında onu yüzde yüz haklı çıkarıyor:
Milletimde ihtilâf û tefrika endîşesi
Kûşe-i kabrimde hattâ bî-karâr eyler beni
İttihâd iken hücûm-i hasmı def’e çâremiz
İttihâd etmezse millet, dâğdâr eyler beni
(Selîmî)
Üstad Bediüzzaman, bu “ittihad-ı millet” meselesinde Sultan Selim’e biat ettiğini beyan ile, hakikatte “İslâm milleti” olan başta Türklere, Kürtlere, Araplara ve sair unsurlara pek mühim mesajlar veriyor.
*
Yâ hû! Hâlis iman hizmetinde bulunan Kurân şâkirdleri, aralarındaki vahdet ve ittihada, birlik ve beraberlik ruhuna her türlü dünyevî ve siyasî arzuları seve seve fedâ etmeli değil midir?
Elbette öyle… Lâkin, zaman âhirzaman olduğu için, maalesef bunun tam tersini yapanlar oluyor. Dahası, vâ-esefâ ki “bir siyaset uğruna bin kardeş”ini gözden çıkaran, fedâ edenlere de rastladık ve de rastlıyoruz, bu acip devirde.
Peki, bu nedir? Bu olsa olsa gaddar siyasetin yalancı propagandalarına aldanmaktır. Başka bir ifade ile, kâinatta hiçbir şeye âlet ve tâbi olmayan kudsî bir hakikati, fenâ ve fâni dünya siyasetine bir nevî kurban etmektir bu.
Lâkin, gaflet perdesi öylesine kalınlaşmış ki, pek çok kardeşimiz, yaşanan vahâmetin farkına varamadığı gibi, yıllardır sürüp giden kâbus dizisinin artık sona doğru yaklaştığını dahi fark edemiyor.
*
İyisi mi, biz yine de iman hakikatlerini Kurân şâkirdlerine ders veren Hz. Bediüzzaman’ın mevzuya dair sözlerine kulak verelim; ondan hissemizi alalım.
İhtilâfın, inşikakın ne kadar muzır ve zahmet verici olduğuna, ittifak ve tesanüdün ise ne derece rahmet ve berekete vesile olduğuna dair Hz. Üstad’ın birkaç sözü ile konuyu bağlamaya çalışalım. Şöyle nidâ ediyor Üstad:
Kardeşlerim,
Sakın, sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin.
(...)
Evet, bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.
(Kastamonu Lâhikası)
*
Kardeşlerim,
Hakikat-i İslâmiye bütün siyasâtın fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki İslâmiyet’i kendine âlet etsin.
(Hutbe-i Şamiye)
*
İşte, ihtilâfın ana sebebi, bütün bu ölçülere fikren ve fiilen tam uymamak, bunları dem ve damarlarına sindirmemek, yahut hak ve hakikati kabul ettiği halde, zaman içinde bizi bu ölçülerden uzaklaştıran dünyevî, siyasî ve haricî cereyanların tesiri altında girmekten ibarettir.
Allah, bu zararlı cereyanlara kapılmaktan ve bu tehlikeli vartalara düşmekten cümlemizi muhafaza eylesin.