Son İstanbul seçimlerinin, sosyal ve siyasî hayatın geneli üzerindeki müsbet-menfi etkisi devam ediyor.
Genel tabloya dair bir okumamız da şudur ki: Çok yakın bir süre içinde, sürpriz kabilinden yeni bazı gelişmelerin olması kuvvetle muhtemel.
Buna kısaca “Domino etkisi” de denilebilir. Söz konusu etkinin daha ne kadar süreceği ve nerelere kadar tırmanacağını kestirebilmek ise, bugün itibariyle mümkün görünmüyor. Bekleyip göreceğiz.
* * *
Partiler gibi, demokrasinin vazgeçilmezlerinden biri olan seçimler de birer vesile, birer vasıtadır. Bu vesileler, kullanma şekline göre müsbet olup hayra da götürür, menfi olup şerre de yuvarlandırır.
İşte, tam bu noktada hazine anahtarı kadar kıymetli olan iki veciz sözü hatırlatmakta ihtiyacını duymaktayız:
BİRİNCİSİ: Her hakkın her vesîlesi hak olması lâzım değildir. (Lemeat)
İKİNCİSİ: Vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. (Risâle-i İhlâs)
Neticenin iyi, güzel ve hayırlı olması için, daima duâ ve niyazda bulunmak icap ettiğini de hatırlattıktan sonra, söz konusu seçim vesilesiyle yakînen müşahade ettiğimiz müsbet ve hayırlı bir neticeye kısaca temas etmek istiyoruz.
* * *
Bilindiği gibi, bazı iç ve dış odaklar tarafından, zaman zaman içimize fitne-fesat tohumları serpiliyor. Çatışmalara zemin hazırlanıyor, şartlar olgunlaştırılıyor.
Keza, bu milleti etnik ve dinî-mezhebî farklılıklar üzerinden germeye, ayrıştırmaya, hatta kutuplaştırmaya çalışanlar var.
Bu gerilimli hava, bilhassa son 30-40 yıldır daha bir körüklenerek, iş kan dökmeye kadar tırmandırıldı.
Mevcut gerginliğe seçim kampanyaları ve siyaset propagandaları da eklenince, hayat çekilmez bir azaba dönüşüyor.
İşte, son İstanbul seçimleri sürecinde, o menfi hava büyük ölçüde dağılıp izâle oldu: Türk’ü-Kürd’ü, Alevisi-Sünnisi, sağcısı-solcusu, dindar olanı-olmayanı..., öbek öbek aynı “Demokrasi potası”nın içine girdi.
Vaktiyle çokça ayıplanıp yadırganan kimliğini gizleme ihtiyacını dahi duymayan fertler, gruplar ve hatta kitleler, birbiriyle yakınlaşma ve aynı siyasî kulvarda beraberce yürüme gereğini duydu.
Seçim takvimi yaklaştıkça, söz konusu yakınlaşma hali, gariptir biraz daha kuvvet kazandı.
Türklerle Kürtlerin “müsbet milliyet” sınırlarını aşmayan, taşmayan kısmı, demokrasi ortak paydasında birleşmenin erdemine vardı, timsâlini sergiledi.
Evet, “seçim vesilesi”yle işte böylesine müsbet ve hayırlı bir neticenin hâsıl olması, inşaallah istikbâl açısından da güzel ve hayırlı gelişmelerin işareti ve haberci mahiyetini taşımaktadır.
***
GÜNÜN TARİHİ: 27-28 Haziran 1546-65
Sadrâzam Sokollu Mehmet
Bosna-Hersek doğumlu (1505) olan Sokollu Mehmed Paşanın hayatında garip 27-28 Haziran tevafukları var.
Bazı kaynaklar, onun Barbaros Hayreddin Paşanın vefatından sonra Kaptan-ı Derya olma tarihini 28 Haziran 1546 olarak bildiriyor.
Sokollu Mehmed Paşa’nın Sadrâzam olma tarihi ise, 28 Haziran 1565 şeklinde belirtiliyor. Bir de, onun 26 Temmuz 1552’de imza attığı şöyle bir kahramanlığı var: Sokollu Mehmed Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu, Tameşvar şehrini ve kalesini fethetti. Tameşvar, bugünkü Romanya sınırları içinde olup bu ülkenin Timiş iline bağlı merkez şehri durumunda görünüyor.
Üç padişah, yani Kanunî Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Mehmed döneminde üst düzeyde görev yapan Sokollu Mehmed Paşa, 11 Ekim 1579’da vefat etti.