Tarih kitaplarını açtığımızda karşımıza “Adil Nuşirevan” diye anılan Sasanî hükümdarı çıkar.
Halkının hakkını gözeten, zulmü önlemeye çalışan, idaresinde denge kurmaya gayret eden bir hükümdar… Bu yüzden asırlarca “adaletiyle meşhur” (Nuşirevan-ı Adil) diye anlatılmıştır.
Ama Nuşirevan’ın adaleti, sadece dünya dengesi içindi. Yani halk huzur bulsun, devlet ayakta dursun diye kurulan bir denge… Allah’a hesap verme duygusuyla yapılmış bir adalet değil.
Hz. Ömer’in adaleti ise bambaşkadır. O, “Ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim” diyerek aslında yöneticilerine şunu hatırlatıyordu: Eğer bir putperest hükümdar bile adaletle anılıyorsa, bizler ki Kur’ân’a ve sünnete bağlıyız, bizden daha azı beklenemez! Bizim adaletimiz sadece insanlara değil, Allah’a karşı da hesap verme sorumluluğudur.
İşte bu yüzden Hz. Ömer’in adaletinde; güçlüye değil haklıya destek olmak, müslim-gayr-i müslim, kadın-erkek, köle-hür demeden herkes için aynı hukuku uygulamak vardır. O adalet sadece dünyalık bir denge değil, aynı zamanda ahirete uzanan bir hesap düşüncesidir.
Nuşirevan’ın adı tarih sayfalarında kaldı, Hz. Ömer’in adı ise kalplere ve gönüllere kazındı. Çünkü birinin adaleti siyasetin gereğiydi, diğerinin adaleti ise vahyin emriydi.
Buradan şahsî ve toplum olarak alacağımız dersler vardır.
Bugünün yöneticileri de tarihten ders almalı, adaleti sadece düzen için değil, aynı zamanda Allah’ın huzurunda verecekleri hesap için de, Hz. Ömerü’l-Faruk ve Adil Nuşirevan’ı örnek olarak adil olmalılar. Adalet, devletin ayakta kalmasının temeli olduğu kadar, insanların kalbinde güvenin de mayasıdır.
Eğer bir idareci halkına karşı adaletli olursa, o halk devlete bağlanır. Ama zulüm varsa, orada ne huzur kalır ne de güven. Nuşirevan’ın adı tarih kitaplarında kaldıysa, Hz. Ömer’in adı kalplerde yaşıyorsa, işte bu fark yüzündendir.
Bugün bizlere düşen, Hz. Ömer’in adaletini örnek almak ve “adalet mülkün temelidir” sözünü hayatın her alanına taşımaktır.