Nereden Çıkacak?
Resulullah Efendimiz (asm), Süfyan ile ilgili vakıaların ve ahirzamanla ilgili olayların Şam civarında ve Arabistan’da vaki olacağını tasvir ediyor.
Bu rivayetten Bediüzzaman, hilafet merkezine işaret çıkarıyor. Hilafet merkezi eskiden Medine’de, Irak’ta, Şam’da, Halep’te idi. Raviler de daimî öyle olacağı zannıyla bu hadisten Hilafet merkezine yakın içtihatlar yapmışlardır. Hilafet merkezine yakın bir yerden çıkacağı şeklinde yorumlamışlardır.
Oysa hadis mücmel bahsetmiştir. Yani, müphem bırakmış, yani gerçek manayı kapatmış, yani tafsilâtı açıklamamıştır. Öyleyse bu kavramı yoruma tabi tutacağız.
Bu kavram yorumlanabilir. Yeni durumlar dikkate alınabilir. Eski müçtehidlerin yorumu güncellenebilir. Hadis güncellemeye kapalı değildir. Çünkü kapalı olsaydı mücmel bahsetmeyecek, deccalin çıkacağı yerden ismen haber verecekti.
Anahtar kelimemiz, “Merkez-i Hilafet ve Merkez-i Hükûmet-i İslâmiyedir.” buradan hareket edeceğiz. Yani deccal çıktığı zaman, hilafet merkezine yakın bir yerden zuhur edeceği anlaşılıyor.1
Fevkalade İktidar
Resulullah Efendimiz (asm) ahirzaman şahıslarının fevkalâde iktidarlarından bahsetmiştir. Yani olağanüstü bir güce sahip olacakları, bu güçle iktidarlarını takviye edecekleri, bu güç karşısında kimsenin duramayacağı anlatılmak istenmiştir.
Bediüzzaman, bu gücün ve fevkalâde iktidarın, “o şahısların temsil ettikleri manevî şahsiyetin azametinden kinâye” olduğunu ifade etmiştir. Örnek de vermiştir Bediüzzaman:
“Bir vakit Rusya’yı mağlûp eden Japon Başkumandanının sûreti, bir ayağı Bahr-i Muhitte, diğer ayağı Port Arthur Kalesi’nde olarak gösterildiği gibi…”2
Malum şahs-ı manevînin üstlendiği işler, şahıslara nazaran fevkalâde bir iktidarla yapılır. Çünkü şahs-ı manevîde inanmış binlerin gücü ve katkısı vardır. Öbürü bir şahıs ise, şahs-ı manevî, “şahıs” gibi inanmış binlerdir.
İşte bu güce erişmek için, deccalin manevî şahsiyeti ile aynı ölçüde, şahs-ı manevî olmak lâzımdır. Başka türlü “tek şahısla” veya “tek imamla” sebepler âleminde deccale erişilmez.
Şahs-ı Manevinin Azameti
Bediüzzaman der ki:
“Şahs-ı manevînin dehşetli azameti, o şahsiyetin mümessilinde, hem o mümessilin büyük heykellerinde gösteriliyor. Amma fevkalâde ve harika iktidarları ise, ekser icraatları tahribat ve müştehiyat olduğundan, fevkalâde bir iktidar görünür. Çünkü tahrip kolaydır. Bir kibrit bir köyü yakar. Müştehiyat ise, nefisler taraftar olduğundan çabuk sirayet eder.”
Paragrafı açalım: Deccalin dehşetli azameti, o manevî şahsiyeti temsil eden güçte, o güç için yapılan heykellerde gösterilecektir. Fevkalâde iktidar ise, deccalin bütün işi tahribat ve nefisleri teshir eden şehvet olduğundan, fevkalâde bir iktidar zannedilir. Çünkü tahribat kolaydır. Bir binayı yapmak için mimara, ustalara ve işçilere ihtiyaç duyulurken, yıkmak için hiç bir şeye ihtiyaç duyulmaz. Kör bir testere ile kör bir adam yeterlidir.
Çünkü yıkmak kolaydır. Bir kibrit bir köyü yakar denmiştir.
Şehevî şeylere ise zaten nefisler taraftardır. Bu alanda yürümek zor değildir. Balo, tiyatro, dans, açık saçıklık gibi nice araçlar nefislerin iştihayla atılacağı unsurlardır.
Bu iş ise, nefislerin kolayca atılacağına bakmadan, iktidarda fevkalâde bir kudreti nazara verir. Dikkati kudrete çeker. Oysa kudretli olan iştihadır, şehvettir, şeytanettir, şeytanî şeylerdir, müştehiyat ve hevesle ilgili unsurlardır.
Kudret gerçekçi bir güç değildir. İnsanları bağlayıp şeytanları saldınız mı iş tamamdır.
Dipnotlar:
1- Şualar, s. 617.
2- Age.