"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

‘Şu temsilî hikâyeciğe bak!’

Mehmet ÇETİN
21 Nisan 2011, Perşembe
Hasanoğlan Öğretmen okulundaki iken; hocalarımız, anlatma metodlarından en tesirli olanının ‘tahkiye etmek’ olduğunu söylerdi. Tahkiye etmek, hikâye etmek. Kur’ânî bir tarzdır, hikâye etmek. Âyetlerde sık sık rastlarız. Resul-i Ekrem Efendimizin (asm) konuşmasında da görürüz. Bunun için olsa gerektir ki, evvelki eserlerde sık sık müracaat edilen bir usûldür, hikâye ederek izah etmek.

Temsil, bir şeyin aynısını veya mislini yapmak, benzetmek, teşbih etmek mânâlarına gelmektedir. Numune söz, ibretlik vakıa ve ifade anlamlarına da gelen temsil, gözler önüne canlandırılması, dolayısıyla hayale resmedilmesi ile ‘hayalî olarak, tahayyül’ şeklindeki komşu mânâları da ifade eder.
Anlatılmak istenen konunun zihinlerde teşekkülü için temsilden istifade edilir. Temsilin içinde teşbihten faydalanılır. Teşbihin içinde de zayıfın kuvvetliye, anlaşılması kolay olanın, anlaşılması zor olana benzetilmesi metodları kullanılır.
Bu metodun kullanılmasını elbette Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinde de görürüz. Hatta yazılarının güzelliğinin menbaını şöyle ifade eder: “Yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur’âniyenin [Kur’ânî temsillerin] lemeâtındandır [parıltılarındandır].”1
Mevzu açılmışken, birkaç noktasının da çoktandır dikkatimi çektiğini ifade etmem lâzım.
Birinci Söz’den başlayan “...şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle...” cümleciğini, hassaten Sözler’de ziyadesiyle tesbit ederiz. Bunun bir hikmeti olduğu ayrı bir mevzu, ama bu yazımızda dikkatimizi çeken husus “hikâye”nin “temsilî” olması, bu bir.
Üstad, hikâye tarzını kullanırken “temsilî hikâye” olarak ikisini birden istimâl ederek üslûbunu tahkim ediyor. Te’kid ederek mânâyı kuvvetlendiriyor.
Başımızdan geçen vakıayı anlatmaya hikâye denir. Bir de hikâye temsilî oluyorsa bunu nasıl anlayacağız?
“...şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle...” der. Hikâyeye bakılmaz, dinlenir. Ama “bak” diyor. O halde önümüzde temsil edilen bir şey var ki “bak” diyor. Hatta yer yer işaret ederek “şu temsili hikâyeciğe bak” diyerek, temsil edileni seyretmeye değil “bak”maya dâvet ediyor. Her halde ‘seyretmek’ ile ‘bak’manın bir farkı olsa gerek. Bakmak ayrı, görmek ayrı. ‘Bak’makta şuur var, dikkat var, ‘görmek’ ve ‘seyretmek’ ise bunlar olmadan da yapılan iş, yani gözün fıtrî vazifesi.
Üstadın, yaşamadığı şeyleri yazmadığını biliyoruz. Yirmi Üçüncü Söz’deki İkinci Nokta’nın âyetini “...âyet-i kerimesinin bir sırrına dâir gördüğüm bir temsil ile beyân ederiz.” ifadesi ile bunu anlıyoruz. O halde bu “bak”lar ile; gördüğü ve yaşadığı hakikatlere bizim de bakmamızı istiyor, bu iki.
On Beşinci Şuâ’da “ayn-ı hakikat ve bir temsil mânâsında olan seyahat-i hayaliyesi” ifadesinde hayal ve temsili istimal edilerek hakikate varılacağını anlatıyor.
Hayal, müthiş bir nimet. “Tahayyül edemeyen taakkul edemez.” Yani “Hayal edemeyen akledemez” esası, ne kadar mükemmel bir nimet olan hayalin ehemmiyetini ifade eder. Hayalin olmadığı hayat, ruhsuzdur. Temsil ve hayal iç içe mânâları ihtiva eder.
Evet, temsil, mânâyı fehme takrib eder, doğru. Anlatılmak istenen temsil ile daha usturuplu, yerli yerince anlatılır. İfade edeceğiniz en sert hakikatleri temsil ile yumuşatarak anlatabileceğiniz gibi; yine anlatmak istediğiniz mevzuyu temsil ile en sert şekli ile de ortaya koyabilirsiniz.
Kırmadan, kırılmadan, evirip çevirmeden, icabında lâfı uzatmadan temsil ile meramınızı ustaca anlatmanın vasıtasıdır hikâye.
“...şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle...” cümlesinde ‘hikâye’ kelimesi küçültme takısı ile kullanılmış. Hem sevimli mânâ da katılmış. Acaba küçültme takısı kullanılmadan temsil edilen büyük hikâyeler de var mı idi Üstadın nazarında? Allahu a’lem bizim anlamamıza yardımcı olmak için, büyük şeyler küçültülerek anlatıldığı gibi, uzak hakikatlar, büyük hakikatlar temsillerle fehme takrib edilmiş, bu üç.
“...şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle...” cümleciğinin son kelimesi “dinle”. Temsile, temsil edilen hikâyeye bakabildi isen, anlayabildi isen o zaman “dinle”, bu dört.
Çok dikkat çekici bir husus daha var burada. “Temsili hikâyeciğe bak” derken, göze; “dinle” derken kulağa hitap var... Yani senin bir şey söylemene gerek yok, gözünü ve kulağını aç; “bak” ve “dinle” demekte adeta. “Kalb ve ruhun derece-i hayatlarına çıkma”nın yolları, masivâya bakıp, onları dinlemekle mi mümkün acaba? Eşya zaten “Hiçbir şey yoktur ki Onu medhedip, tesbih etmesin” âyetini tefsir etmekte lisan-ı halleriyle. Eşyanın zikri göz ile görülür, kulak ile dinlenir. Bunların en derin mânâsı kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselip ehadiyet mânâsında vahidiyeti; vahidiyette de ehadiyet mühürlerinin tefekkürü ile kemâl bulur, teâlî eder. Bu yollara işaret eden başka sırları da görebilmek mümkün.
“bir parça fehmetmek istersen...” ifadesinin değişik şekillerini ve bunlardan da, Üstadın, keşfettiği hakikatların hepsini değil de bir kısmını bizimle paylaştığını eserlerinde tesbit ediyoruz.
Katre’de, herbir kelimesinde otuz defa meydan muharebesinin vukua geldiği anlatılır. Alâkalı kelimelerin sayısı on adedin üzerinde, dolayısıyla üç yüzden fazla muharebenin olduğunu anlarız. Ama Katre’nin metninde ise hepsini değil sadece bunlardan bir kısmını okuyabiliyoruz. Bunun bir hikmeti olmalı. Acaba okudukca, o mânâ âlemine dahil oldukca mı bu muharebeleri, müdafaaları belki de hissetmek mümkün olacak?
Mesnevî için “Külliyat’ın fidanlığı” der Üstad. Bu fidanlıkta kalb ve ruh içinde yolların açılarak; bahçesi olan Risâle-i Nur’un ise hem enfüsî, hem de afakî dairede marifetullaha yollar açtığını ifade eder.
Risâle-i Nur’u mütalâa ederken hakikaten kelimeler, kalbe mânâlar tulû ettirmeli. Üstada sorular sorup; bu kelimeyi burada kullanmaktaki sebeb-i hikmeti tahsil edilmeli. Bazen bir kelimede boğulma vaziyetine düşmeden umumu üzerinde mütalâa etmek de ihtiyaç olacak.
Okumanın sırrına vakıf olunarak yapılan mütalâa ile fikrimiz hakikate yanaşır. Fikrin kemâle ermesi ise tefekküre tevcih eder. Tefekkür bardağı okuma damlaları ile dolar, dolar ve taşar…
Nur’un dört esasından olan tefekkürün, hadiste kıymetini bulduğu ifadesi ne idi?

Dipnot:
1- Barla Lâhikası, s. 47.

Okunma Sayısı: 1507
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı