Bu yazı normalde bir “Siyasal İslam” eleştirisi olabilirdi.
Fakat Siyasal İslam eleştirisi hem Risale-i Nur’da hem Risale-i Nur entelijansiyasında iyi derecede yapıldığından, ve “muhafazakârlık” paydası, “Siyasal İslamcılık”tan daha geniş olması sebebiyle Cumhur İttifakı’nın aldığı oy oranını daha iyi yansıtabildiğinden, muhafazakârlığın tenkid edilmesi gereken yönlerini nazara vermeye gayret ettim.
Evet, dindarlık muhafazakârlığa sıkıştırılamaz, muhafazakârlık, dindarlığın bir gereği olarak görülemez, dindar insanların muhafazakâr ideolojinin dışında görüşlerinin olması yadırganamaz. Birkaç cihetle izah edecek olursak:
1) Muhafazakârlığın gereği, toplumdaki mevcut her şeyi muhafaza etmektir. Dolayısıyla bunların içinde dindeki bid’atlar, hatalı olan bazı gelenekler, bazı görenekler ve menfî milliyetçilik de vardır. Diğer bir deyişle, muhafazakârlık, dinen muhafaza edilmemesi gereken şeyleri de muhafaza eder. Üstad’ın “görenek belası” ifadesi meşhurdur. Osmanlı’yı “her yönüyle” savunmak da, bu bağlamda değerlendirilebilir. Öyle ki “devletin bekası” diye, anne karnındaki bebekleri öldürmeyi savunacak kadar komik duruma düşülür. Dahası, muhafazakârlık, menfî milliyetçiliği (Türk milliyetçiliğini) de muhafaza eder. Neredeyse hiç kimse de bu durumu yadırgamaz.
2) Muhafazakârlık, radikal ama gerekli değişikliklere kapalıdır. Osmanlı’ya matbaanın çok geç gelmesi bu direncin neticesidir ki, Osmanlı’nın yıkılmasında büyük pay sahibidir. Başka bir misal, Üstadımızın “lisan-ı mâderzad” diye ifade ettiği ve Asr-ı Saadet’te ve Hulefâ-i Râşidîn devrinde yaşandığı gibi, ülkede çoğunluğu oluşturmayan unsurlara da ana dillerinde eğitim hakkı verecek muhtemel bir düzenlemenin, muhafazakârlığın tepkisini çekeceği, şüpheden varestedir.
3) Muhafazakârlık, fikir planında, –faydalı da olsa– neticede “yeniye” karşı bir direnci ifade eder. Direnç esas olduğunda, pasiflik olağanlaşır. Aksiyon almak istisnai hâle gelir. Bu, aslında, muhafazakârlığı Siyasal İslam’ın bile fikrî alt yapısından ayıran bir noktadır.
4) Muhafazakârlık, kendi mahallesinden gelen, olumsuz yöndeki herhangi bir değişim talebine, karşı mahalledekinden gelene göre daha müsamahakardır. Bu, aslında, her ideolojinin özelliği. Ama gerek muhafazakârlık siyasi olarak iktidar olduğu gerekse söz konusu “değişim”ler İslam’a veya İslâmî yaşantıya taalluk ettiği için tahribatın daha fazla olması kaçınılmazdır.
5) Muhafazakârlık, “muhafazakâr” gördüğü şahsiyetlerin âdeta %100 muhafazakâr olduğu gibi bir algıya ve hatta tarih anlatısına sahiptir. Kimse, Kanunî’nin getirdiği “hilâf-ı Şeriat” kanunlardan bahsetmez, Abdülhamid’in yaptığı olumsuz yeniliklerden bahsetmez. Bunun bir sebebi de, Kemalizm’e antitez olma çabası ve bu minvalde Kemalizm’e karşı putlar çıkarma –sözde– ihtiyacıdır.
6) Muhafazakârlık, tarihi ütopyalaştırır, âdeta kusursuz gösterir. Hiç olmazsa, tarihteki yanlışlardan bahsetmemeyi tercih eder. Tarihteki yanlışlardan bahsedilmeyince de, o yanlışlardan ders çıkarmak imkânsızlaşır, tarih tekerrür eder durur.
Dindarlık, dini yaşama iddiasıdır. Geniş, küllî, cihanşumul bir manaya haizdir. Muhafazakârlık ise neticede bir ideolojidir. Yerel de bir ideolojidir. Bu yazı, dindarlık kavramını bir ideolojinin içine hapsetmeye çalışmak isteyenlere bir “El-cevab” hatta “El-insaf” yazısıdır.