"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Unutulmayacak bir dâvâ adamı: Seyfeddİn Gültekİn

MESUT NURVER
26 Temmuz 2011, Salı
Nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Bu satırları yazarken, hâlâ sinemde canım ağabeyim. Maltepe’de vakıf olarak o mütebessim ve mütevekkil siması ve güneş gibi imanıyla bizleri orada bekliyormuş gibi geliyor.
 
Şimdi “Seyfeddin ağabeyim vefat etti kardeşler” diyemiyorum. Zira kendisini tanıyan ağabeylerden kardeşlere kadar herkesin şehadetiyle sabittir ki, Seyfeddin ağabeyimiz çok yüksek bir mertebede (Allahu a’lem, makam-ı sıddıkıyyette şehid olarak) aramızdan ayrıldı. Kemal-i rıza ve memnuniyetle uçtu ahirete.
O, Ankara’da senelerdir hizmet-i imaniyede bulunan İnebolu kahramanlarındandı.
O, genç Nur Talebelerinin kumandan ağabeyiydi.
O, senelerdir bir imtihan eseri olarak üzerinde taşıdığı kronik şeker hastalığı ve beraberinde gelen birçok arızalı hallere rağmen yüzünde, davranışlarında, hayatında asla zerre kadar şikâyet ve sıkıntı emaresi olmayan canımızdı.
O, sıkıntıya düştüğümüzde, menfî hareketlere adım atacağımız, moralimiz bozulup olumsuz davranışlar sergileyeceğimiz zamanlarda kendisinden her zaman isabetli tavsiyeler aldığımız bir melek-i siyanetti.
O, dâvâ-yı Kur’âniye’de bir fedakârlık yapılacaksa, canını dahi rahatlıkla feda edebilecek (hem etti de) Musab bin Umeyr (ra) ruhlu, Zübeyir Ağabey meşrebinde bir sıddık fedakârdı.
O, şu an neşriyatımızda neşredilen Can Kardeş dergisinin okunması ve okutulmasında çok emekler vermiş bir insandı.
O, şu an özellikle Ankara’da hizmet-i imaniyeye vakf-ı hayat etmiş olan Nurun kahramanlarının bu dâvâda aynen kendisi gibi kalmalarını sağlayan ve hizmetlerimizin inkişafı için çokca fiilî, hâlî ve kavlî duâlar eden bir vakıftı.
O, hastalıklarının kendi hayatını ciddî manada acılaştırmasına rağmen, dünya hayatının sıkıntılarına dûçar olanlara rıza, sabır ve şükür dersleri veren bir Kur’ân şakirdi ve tecessüm etmiş bir şükür âbidesiydi.
Aslında Seyfeddin Ağabeyimizin daha çok vasıfları var yazılacak. Fakat, şu yazılanları kendisi okumuş olsa; “Mesud kardeş, estağfirullah” der, tebessümle bir ihlâs kaidesini hatırlatır ve öz ağabey şefkatiyle sarılır, sonra da “Hadi biraz okuyalım” diyerek yine bir müzakereli ders meclisi oluşturup derse başlardı. Zira kendisi Risâle-i Nur’un şahsî ve müzakereli okunmasına çok ehemmiyet verir, aynen melekler gibi o derslerde bulunmaktan çok zevk alırdı. Zaten siması sürekli mânevî bir feyz-i İlâhîye mazhariyetin şuâlarıyla pırıl pırıl ve mütebessimdi. Üzgünlük, bezginlik, şevksizlik, menfîlik, kin, hased, gıybet ve insanın hayat-ı mânevîyesini felç eden daha nice menfî sıfatın küçücük bir emaresini göremezdiniz Seyfeddin Ağabeyimizde.
Kendisiyle yaklaşık 15 senelik bir kardeşliğimiz var. Yaklaşık 10 sene öncesine kadar, o zamanlar Seyfeddin Ağabeyin gözleri görür ve günlük faaliyetlerini çok güzel ifa ederdi. İlk programımız Konya’da idi. 50 civarında orta okul ve lise öğrencisiyle yapmış olduğumuz programda kısa zamanda birbirimize ısınacak ve çok güzel anlar yaşayacaktık ve öyle de oldu. Onunla birlikte olmak çok keyifli ve ibretliydi. Zira ben biraz hevailiğimden, biraz hamlığımdan, bazen de fevrî hareketlerimden dolayı ayağım kayıverse, incitmeden hemen meseleye müzaheret eder, durumu düzeltirdi. Kendisiyle bazen fikrî noktalarda farklı düşündüğümü söyleyip sesimi yükselttiğimde, birkaç cümle ve o güzel nurânî iklimiyle ortamı yumuşatır, kaldığımız yerden devam ederdik. Her hâli aslında “Bir dâvâ adamı nasıl olmalı?” sorusunun cevabı gibiydi. Ve emin olun ki, bu hâlleri, Seyfeddin Ağabeyimizin fıtrî halleriydi.
Ankara’da Kocatepe Camii kitap kültür fuarları ki, Ramazan-ı Şerif’te Ankara bu fuarla nurlanır ve Seyfeddin Ağabeyimiz bu fuarlarda standımızda görev alırdı. Çok sonraları anladım ki bu fuarlara dâvâ-yı Kur’âniyenin tebligatını yapmak için katılırdı. Zübeyir Ağabey tarzında herkesin anlayacağı tarzda meseleleri anlatır ve bu sohbetler çok etkili ve iknâ edici olurdu. Bir seferinde yine bir kitap fuarında genç bir üniversite öğrencisi gelir; “Millete ne anlatıp duruyorsunuz, ne diye insanların kafasını karıştırıyorsunuz?” mealinde bir şeyler söyler. Seyfeddin Ağabey o gence gerekli birkaç şeyi söyledikten sonra, muhabbet, sorular, müzakareler ve sonuç olarak bir gencin daha Nurun kutlu kervanına katılışıyla noktalanmıştır bu tatlı hatıra da.
İşte Seyfeddin Ağabeyin yaşadığı hayat hep hizmet-i imaniye niyetiyleydi. Daha sonraları, yani yaklaşık 4-5 sene önce şeker hastalığından dolayı gözleri yavaş yavaş az görmeye başladı ve bir süre sonra tamamen kapandı. Bildiğim kadarıyla Seyfeddin Ağabey, gözleri gördüğü zamanlarda yoğun okumalar yapardı. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’i tecvidli ve çok hoş makamlarla okurdu. Arkasında kıldığımız namazlar çok feyizli olurdu. Hakikaten muhterem Seyfeddin Ağabeyimiz ne yapsa, çok samimi olduğundandır diye düşünüyorum, çok güzel izler kalırdı üzerinizde. Gözleri tamamen kapandıktan sonra bazen radyodan, bazen bilgisayardan, bazen de etrafındaki kardeşlerin okumasıyla Risâlelerle olan irtibatını hiç aksatmadı. Kasemle söylüyorum, şimdiye kadar Seyfeddin Ağabeyimden, içinde bulunduğu durumdan dolayı şekva ve şikâyet mânâsını işmam eden tek cümle duymamışımdır. Halbuki muhterem ağabeyim, bizlerin ne kadar da çok şikâyetlerimizi, gam gussa dolu hallerimizi dinlemiş, onlara karşı ne de güzel şeyler söylemiş ve tavsiye etmişti de maalesef kıymetini tam mânâsıyla anlayamamıştım.
Şu an, onun aramızda olmayışının yangınını tam hissedemesem de, ağabeyimi hatırlatan, gözlerimden birkaç damla gözyaşıyla ve hasretle anacağım güzel ağabeyimi. Cenâb-ı Hak son 5-6 yıl içerisinde Seyfeddin Ağabeyle daha çok birlikte olabilmeyi ihsan eyledi. İşte, bu süre zarfında, tam bir şefkat abidesi olan Seyfeddin Ağabey en sıkıntılı zamanlarda dahi hep birleştirici oldu. İstişarelerde olduğu vakitlerde çok konuşmasa da, varlığı dahi yeterdi. Sesimizi yükselttiğimizde tashihatlarıyla öfke yangınlarımızı şefkat yağmurlarıyla söndürür, sonra velâyet nuruyla aydınlanmış mütebessim simasıyla başını sesin geldiği yöne çevirir, kalbinin gözleriyle bizi izler, gönlünün kulaklarıyla konuşulanları dinlerdi.
Maltepe’ye geldiğimizde ekseriyetle 8 numaralı dershanede olur, “Selâmün aleyküm Seyfeddin Ağabey” dediğimizde, tam vechiyle ve sanki görüyormuş gibi “Mesud’um” diye sarılırdı. Ama ne sarılış... O incecik kollarıyla size sarıldığında, sanki ruhunuzla musafaha ediyormuş gibi olurdu. İşte samimiyet ve ihlâs öyle bir iksir-i nuranî ki sıradan halleri dahi ibadet hükmüne getiriyor ve Seyfeddin Ağabey tam bu düstura göre yaşıyordu. İhlâs, uhuvvet, ubudiyet, cihad, fedakârlık, sıdk ve daha nice vasıf—ki kendisini tanıyanlar bunu tasdik edeceklerdir diye düşünüyorum—hepsi kendisinde gayet derece-i kemâlde bulunuyordu ve bu hâl üzere vasıl oldu en Sevgiliye ve Onun sevdiklerine. Son birkaç yıl içerisinde Seyfeddin Ağabey son girdiği komaya benzer 2 veya 3 koma durumu daha yaşamıştı. Hamdolsun kalkıp döndüğünde, dershanede görüştüğümüzde hastalığı ile ilgili pek bir şey söylemez, sanki o halleri kendisi yaşamamış gibi hemen hizmetlerle ilgili konuşmak ve ağabey ve kardeşleri dinlemek isterdi. Çünkü Seyfeddin Ağabeye göre hakiki hastalık hizmet-i imaniyedeki tevakkuf, fütur ve meylürrahat gibi menfî vasıflardı. Ve “Hizmet varsa, gerisi hiç önemli değil” derdi. Hele o siması, vallâhi ölünceye kadar unutamayacağım, çocuk saflığında ve temizliğinde. Bakmanız yeter. “Hiç mi şikâyet etmez yahu insan” diyordum. Belki şu an bile, bunu bir şikâyet edasıyla söylüyorum, Seyfeddin Ağabey kendi lûgatından şikâyet kelimesini çoktan çıkarmıştı ve şimdi bunu daha iyi anlıyorum.
Son geçirdiği komada, biz Mekke-i Mükerreme’de idik. Dönmemize 2 gün kalmıştı. Çok üzülmüştüm, ama “İnşâallah ayağa kalkar, tekrar hizmetlere döner” diyordum ve öyle duâlar ediyordum ve nice Kur’ân şakirdi de ağabeyimize duâlar ediyordu. Bir ara düzelir gibi oldu, hepimiz şifa ile hastaneden çıkacağını beklerken, vefat haberiyle boyunlarımızı büktük, ama rıza dairesinde inşâallah.
Ankara’dan son vazifemizi yapmak üzere yaklaşık 50 kadar ağabeyle yola çıktık. Düşünün, cenaze merasiminiz olacak ve o merasime katılanlar hepsi Risâle-i Nur’a hizmetkâr, o yolda koşan insanlar. Peygamberimizin (asm); “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz ve nasıl ölürseniz öyle haşredilirsiniz” meâlindeki hadis-i şerifini gözlerimle görüyordum. Dâvâ-yı Kur’âniye için yaşanmış bir hayat ve o yolda emaneti teslim etmek ve o yolda giden insanların sizi ahirete yolcu etmesi. Bunlar elbette dünya gözlerimizin gördükleriydi ve o cenaze merasimine göremediğimiz kimler katılmıştı da belki de ben görememiştim. Ama böyle kalbî ve ruhî galib bir kanaatim var, Seyfeddin Ağabeyimizin cenazesinde insan nev’inden başka ibadullahtan da vardır muhakkak diyebilirim. Çünkü biz onları göremesek de varlıklarına iman ediyoruz ve ruhumuzda, kalbimizde, aklımızda ve sair bir çok letâifimizde sürûr ve sekinet hissiyatı varsa, melaikeler ve ruhanîler de muhakkak oralarda bir yerlerdedir diye düşünüyorum. Ben defin esnasında böyle bir hissiyat içerisindeydim.
İnebolu’da cenaze namazını kıldık Seyfeddin Ağabeyin ve bindik cenaze aracına. Tabutunu taşımak, hatta kabrine girmek, son bir musafahalaşma hâli istiyorduk. Zira o bizi her zaman şefkatle kucaklamış, şefkatini hiç esirgememişti. Bizse, işte o an tabutuyla beyaz kefenine sarılmış ağabeyimizi ahirete yolcu edeceğimiz adımları kat ediyorduk.  Seyfeddin Ağabeyin defnedileceği kabrin başındaydık. İnebolu’ya gidenler illâ ki ağabeyimizi ziyaret edeceklerdir. Kabrin hazırlandığı yer sanki bir köşk gibi, kabristanın hâkim noktasında. Hayatında hep genç nurcuların kumandanı olan Seyfeddin Ağabey sanki orada da hizmete devam edecekmiş gibi baş köşede bir yere açılmıştı kabri. Sonra üç vakıf kardeşimiz kabre indiler. Ardından tabut geldi. Kapak açıldı, salâvat-ı şerifelerle Seyfeddin Ağabeyimizi kucakladı üç vakıf. Kaderin adaletini görebiliyor musunuz, hayatı boyunca hep vakıfların dertleriyle dertlenen ve onlara çare olabilmek için her türlü fedakârlığı hiç çekinmeden yapan Seyfeddin Ağabeyi şimdi dâvâ arkadaşları uğurluyordu ahirete ve nurânî bahçelerine, köşklerine, zevcelerine ve daha da ötesi Resûlullah’a (asm) ve dâvâ arkadaşlarına (ra), Üstada ve Nur Talebesi ağabeylere kavuşuyordu Seyfeddin Ağabey. Ve her şeyden öte Rabb-i Rahim’ine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşuyordu Seyfeddin Ağabey. Yıllarca yaşamış olduğu sıkıntılı (fakat mânen bir cennet hükmünde) hallerden, imtihanlardan, hizmetlerden; dar-ı bekada sıkıntısız, zevalsiz, firaksız ücret almaya gidiyordu Seyfeddin Ağabey.
Seyfeddin Ağabey günah cihetinde amel defteri kapatılmış, fakat iştirak-i amal-i uhreviye sırrıyla amel defterinin hasenat sahifesi kıyamete kadar açık olmak üzere bizlere “Allahaısmarladık” demiş, dâvâ arkadaşları da ardından rahmet duâlarıyla yolcu etmişlerdi.
Şimdiden özledik seni Seyfeddin Ağabey biliyor musun? Ara sırada olsa rüyalarda buluşsak, inşâallah bizim de vaktimiz geldiğinde âlem-i berzahta buluşsak, sonra da haşrin o aydınlık sabahında elele kalksak kabirlerimizden, sonra da ebedî cennette ellerimiz birbirinden hiç ayrılmasa... İnanıyorum ki sen şu an ahiretin ebedî güzelliklerini temâşâ ediyorsun, belki de tahminimizin, hayalimizin dahi ulaşamayacağı nimetlerle nimetlendiriliyorsun. Rabbim sana ve bütün ahirete vasıl olmuş ehl-i imana, hususen Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsine mensubiyet rütbesiyle taltif edilmişlere rahmet eylesin ve bizleri de âhirzamanın dehşetli fitnelerinin içerisinden kurtarıp son nefesimize kadar hizmet-i iman ve Kur’âniyede istihdam eylesin ve bu hâl üzere aynen senin gibi huzûrullaha vâsıl olmayı hepimize nasib eylesin.
Seyfeddin Ağabeyim, sen merak etme, senin hayattayken hiç bırakmadığın Risâle-i Nur’un kudsî sancağını son nefesimize kadar bırakmamak üzere kasem ediyoruz. Zira “Bu yoldan dönmeyiz asla, Peygamberin izindeyiz” diyoruz. Ve hitamuhu misk olarak:
Derya olunca nefes
Parelenince kafes
Ta kesilince bu ses;
Çağırırım: Ya Hak, Ya Mevcud,
Ya Hayy, Ya Ma’bud,
Ya Hakim, Ya Maksud,
Ya Rahim, Ya Vedud
Rahmeten vâsieten
El hükmü lillah. İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn.
(Ruhu için el–Fatiha)
Okunma Sayısı: 3177
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Huseyin

    25.6.2023 21:21:18

    Ruhunun ufkuna kendi nezaket ve nezafeti ile vasil olmus guzel insan. Rabbim firdevsi ile mukafatlandirsin. Geride kalanlara ask, sevk, ihlas ve uhuvvet ile hizmetler etmeyi nasip etsin. Amin. Seni bu dunyada tanimis olma bahtiyarligi ile.

  • İsmail Cebecili

    28.7.2011 00:00:00

    Seyfettin Kardeşime ALLAH rahmet etsin. Hakkında hüsn-ü şehadet edenlerdeniz. Manevi şehit diye inanıyorum. Hastanede olduğu günlerde ben de hastanede idim. Şimdi ise maalesef Ankara dışındayım. Babasının vefatından sonra daha fazla sıkıntı çekecekti. Cenab-ı Hak O’nun sıkıntılarına son verdi. Kalbine yerleştirmediği dünyadan Üstadının yanına aldı. Hakkında genç arkadaşların ve eli kalem tutanların hatıralarını okuma dileğimi bu vesile ile dile getirmek isterim.
    Vefatı öğrenince bu satırları yazmıştım, ama çeşitli imkansızlıklar sebebi ile yorum olarak gönderemedim.
    Bugüne kadar yazılanları, bazılarını tekraren olmak üzere okudum.
    Özellikle Mesut Nurver kardeşimin yazdıklarını gözyaşları ile okudum.
    Ömer Faruk Topçu Kardeşimin yazdıklarını okuyunca sevindim, Kitap çalışması müjdesi benim de dile getirdiğim bir dilekti.
    Yazılarda ve yorumlarda çok şey dile getirilmiş. Ama, Rahmetlinin aleyhinde şahitlik edecek kimse olmadığını dile getirmeyi de kendime görev saydım.
    Sevindiğim ve teselli bulduğum bir husus ise, Oğlumun da Seyfettin’i uğurlayanlar arasında bulunması olmuştur.

    Bu sayfada virüs olması ise çok enteresan. Mesut Kardeşimle uğraşan çok hehalde

  • Hayati Binler

    26.7.2011 00:00:00

    O bir Zübeyr-i Saniydi.

  • Şaziye KILIÇARSLAN.

    26.7.2011 00:00:00

    Allah rahmet eylesin. Ne güzel Rabbine kavuştu.

  • Cihan Koç

    26.7.2011 00:00:00

    Mesud ağabeyim benim namıma kaleme almış bu yazıyı. Seyfeddin ağabeyim, seni çok özlüyorum. Velayet ve şehadet makamında bana da şefaat edersin inşallah canım abim, can abim... ;(

  • Cihan Koç

    26.7.2011 00:00:00

    Seyfeddin ağabeyim velayet ve şehadet makamında girdi huzura. Rabbim onun gibi kutubların şefaatine nail eylesin bizi. Amin...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı