Trump’ın Körfez turunu ve ABD’nin yeni Orta Doğu politikalarının yansımalarını görmeye çalıştık.
Bu ziyaretler sırasında Trump’ın verdiği mesajlarda, ticarî kaygıların ön plana çıktığı izlenimi oluşturuldu. İsrail merkezli güvenlik mimarisinden çok ekonomik işbirliklerine dayalı yeni bir bölgesel düzene öncelik verildiği gösterilmeye çalışıldı.
ABD ve İsrail ilişkilerinde bir kırılımın yaşandığını söylemek mümkün olabilir mi? Bu soruyu erken cevaplamak zor. Bunu neden söylüyoruz, Ortadoğu’ya gelen Trump’ın İsrail’i ziyaret halkasına almaması bizleri bu noktada düşünmeye yöneltti. Biden döneminin tüm üst yetkilileri Ortadoğu’ya geldiklerinde mutlaka İsrail’e uğrarlardı, son nokta İsrail olur oradan ABD ye geçiş olurdu. Trump Körfez turuna İsrail’i dahil etmedi, ayrıca bu yetmezmiş gibi, daha farklı bir diplomasi uyguladı. Hamas ve Husiler ile doğrudan temas kurması, İran nükleer müzakerelerinde İsrail’in masada olmaması, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılması ve Beyaz Saray’da İsrail yanlısı bazı isimlerin görevden alınması bu sürecin somut göstergeleri olabilir mi?
Tüm bu gelişmelere ilaveten ABD-Suudi Arabistan arasında imzalanan anlaşmalarda, Suudilerle-İsrail arasındaki resmî ilişkilere önceleyen politikalardan uzaklaşıldığını görülmesi de önemli. Bu bir yanılmamı ya da bu gezinin planı mı, bekleyelim görelim. Trump ABD’nin çıkarlarını her şeyden ziyade öncelik verdiği, İsrail için ise kendinden sonra gelebileceği düşüncesini, gezi boyunca ortaya koyması, yeni Ortadoğu politikaları mı gelişiyor sorusunu akıllara getirdi.
Trump yönetiminin İsrail ile yaşadığı kırılma, aslında Trump’ın dış politika öncelikleriyle örtüşen stratejik bir tercihin sonucu. Trump, önceliğini ABD ekonomisine katkı sağlayacak ve Çin’in Orta Doğu’da yükselen etkisini dengeleyecek adımlara öncelik vermek istediğini gösteriyor. Bu doğrultuda İsrail’i dışarda bırakarak gerçekleştirdiği Körfez turu, bölgedeki güç dengelerine dair yeni bir okumanın habercisi niteliğinde.
Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretindeki ihtişamı eski Başkan Biden’ın 2022’deki ihtişamından çok daha fazla şekilde olması, bunu tasdik ediyor. Bu karşılamayı Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’e gösterilen ile karşılaştırdığımızda, Trump bir adım önde gözüküyor. Bu durum, ABD’nin Çin karşısında Orta Doğu’da diplomatik bir alan kazandığını gösteriyor.
Trump yine aynı şekil ve süreçte başta Katar, Suudi Arabistan, BAE’ye 1. Trump döneminde olduğu gibi Ortadoğu’nun en zengin ülkelerine gelerek, ticaret planını ortaya koydu. Milyarlarca dolarlık yatırım sözü alması ve bir o kadar anlaşmalar yaparak geri dönmesi bunun göstergesi. Önce katar, Suudi Arabistan ve son olarak BAE de. 3,2 trilyon dolarlık yatırım anlaşması. Bu anlaşmalar diğer şirketlerin ve bonusların yüklenmesi ile 7-8 trilyon dolara ulaşacağı da söyleniyor.
Özellikle iletişim ve askerî teknoloji noktasında, Biden döneminde nazlanan ABD’nin şimdi tüm kapıları ardına kadar açarak anlaşmalar yapması önemli gelişme. Yeniden büyük Amerika hayalini Ortadoğu’da gerçekleştirmiş durumda. Trump bir tüccar yaklaşımı ile işlem yapıyor. Önceliği ülkesi tek rakip olarak ise Çin’i görüyor. Çin, İran ile Suudilerin arasında arabuluculuğa soyunması, BAE ile ciddi ilişkiler kurmuş olmaları gündemde. Bu yaklaşımı gören ABD, gereksiz direnmeleri kaldırmış durumda. ABD özellikle bu 3 ülkeye çip satışını ve askerî gelişmeler için gerekli alt yapısındaki teknolojileri transfer edecek.
ABD de enflasyon, bütçe açığı, göçler, Çin ile rekabet, fosil yakıtlar, yenilenebilir enerji istihdamları gibi sorunlar var. ABD kendi markaları olan Ford, Chrysler, General elektrik şirketlerin yeniden Çin ile rekabet edebilmesi için onların ellerinden tutmak zorunda. Tesla hariç, bu şirketler ciddi geride kalmış durumdalar. Özellikle Çin’in bu noktadaki açılımı, ABD de yok. Trump bu durağan yapıyı yeniden hareket geçirmek zorunda.