Avusturya’da siyaset arenasında son iki ayda yaşananlar, ülkemizde yaşansaydı ne mi olurdu? Hemen söyleyeyim; olan millete olurdu, bilhassa da garibana olurdu. Ekonomi bir kat daha sarsılır, dolar yükselir, vatandaşın alım gücü yeniden düşer, siyasetçi ise türlü bahaneler uydurarak “entrikalı” siyasetine devam ederdi.
Avusturya’da ise, gizli çekilmiş bir video skandalı sebebiyle yaşanan siyasî krizin faturası sadece siyasetçiye kesildi. Skandala adı karışan Başbakan yardımcısı Strache’nin bütün görevlerinden istifasıyla yetinilmedi. Kendi ırkçı partisinden olan bakanlar da istifa etti. Hükümetin bir kanadı kırıldı.
En büyük zarar da, skandalla hiç alâkası olmayan, hatta nerdeyse başarılı bulunan “halk partili” Başbakan Sebastian Kurz’a isabet etti. Zira Meclis’te güven oylaması yapıldı. Güven oyu alamadı. Hükümet düştü. Sebastian’ın soyadı olan “Kurz”un Türkçesi zaten “kısa” demektir. Onun Başbakanlığı da kısa sürdü.. Henüz 32 yaşında heyecanla ve yeni projelerle sürdürdüğü başbakanlığı sadece 525 gün sürdü. Cumhurbaşkanı’nın da isteğiyle Eylül’de erken seçim kararı alındı.
Bütün bunlar iki ay içinde yaşanırken, milletin kılına dokunulmadı. Ekonomi yine aynı ekonomi, huzur yine aynı huzur. Zira siyasetçi, “kendi menfaatini ızrar-ı nasta aramadı”; zarar gördü, zarar vermedi.
Avusturya’da son zamanlarda “erken”lerin tavan yaptığına şahit oluyoruz...
Erken yükseliş, erken bitiş, erken düşüş ve erken seçim..
Siyaset sahnesinde bizdeki bir şarkı bir başka telden terennüm ediliyor sanki..
“Bu akşam gün batarken gel..
Sakın geç kalma erken gel..
Tahammül kalmadı artık..
Aman geç kalma erken gel..”
Irkçı partinin genel başkanı ve Başbakan yardımcısı Strache de, İbiza Adası’nda videoya alındığından habersiz çakırkeyif sonunu hazırlarken, farkında olmadan son şarkısını söylüyormuş meğer..
FIRTINALAR VE DALGALAR ARASINDA SESSİZCE...
Gerek kendi Yurdumuzda, gerek Avrupa genelinde ve gerekse bütün dünyada olup bitenlere bakarak, Avusturya adına insanın, “Allah nazardan saklasın” diyesi geliyor. Terörden, her türlü fanatizmden ve radikal eylemlerden uzak, sükûnet içinde, rahat bir ülke.
Gerçi, “Dünyada rahat yoktur” gerçeği, şahıslar kadar ülkeler için de geçerlidir.
Ama, “Kısmetine razı ol ki rahat edesin” kaidesi ne kadar doğru ise; mevcutla yetinerek ilerlemeye yönelmemek de o kadar yanlıştır.
Avusturya da, kısmetine razı olan rahat bir ülke görüntüsünü sergilerken, çözüm ve tedbirler konusunda da boş durmuyor.
Devletiyle ve milletiyle barışık ve el ele olması, rahatlatıcı unsurların başında gelir.
Bütün sıkıntılarını, halkıyla birlikte, demokratik kurallar çerçevesinde, gerektiğinde referanduma giderek çözmeye çalışır.
Halkın tamamına yakını, parlamentoda temsil gücüne sahip oldukları için, ayrıca siyasî bir arayış söz konusu olmuyor.
Mevcut partiler, halktan aldıkları güç oranında iktidarı ve muhalefeti paylaşarak, milletin taleplerine cevap vermeye çalışıyorlar.
Bu ülkeyi huzurlu kılan sebeplerden biri olarak; İslâmiyetin devletçe resmen tanınması ve kanunlar çerçevesinde ve din bağlamında belli bir statüye kavuşturulmasını da sayabilirsiniz.
Sual: Bir Hıristiyan ülkesi, sadece İslâm’a müsamaha göstermesinin mükâfatını görebiliyorsa, şu İslâm ülkelerinin hali neden böyle?
Cevap: İslâmiyet; kendisini dünya menfaatlerine ve siyasetlerine alet edenlere prim vermez, onların yüzüne gülmez, affetmez!