Ülkenin iç meseleleri her daim gündemlerde var olmuştur.
Gazetecisiyle, vatandaşıyla, muhalefetiyle, iktidarıyla her kesimce bu meseleler tartışılmış ve tartışılmaktadır. Ancak şu dikkatlerden kaçmıyor ki, iç meselelerdeki problemlerin sorumluluğunu hiç kimse üzerine almamakta, aynı zamanda başkalarının üzerine yüklemektedir. ‘Şu veya şunlar şöyle yaptığı için böyle oldu, yapmasaydılar böyle olmazdı’ şeklindeki yorumlardan ülkemizde bolca mevcut.
Ancak problemler illa birilerinin hatasından dolayı meydana gelmiştir ve bu hataların bir bedeli olmalıdır. Bir daha tekrarlanmaması için sorumlular bir bedel ödemelidir. Burada hatayı yapanlar bir bedel ödemezse, o hatadan dolayı mağdur olan vatandaşların hukuku çiğnenmiş olur ve bununla birlikte hataya tekrar edilmeye devam edilir.
Ancak sorumluluğu kimse üzerine almaz ve herkes durmadan yükü başkalarına atmaya çalışırsa, hem sorun çözülmeyecek hem de sorumlu bulunmayacaktır.
Üstad Bediüzzaman, bu meselede de kulağımıza küpe olacak önemli çözümler sunmuştur.
Millî Mücadele’de ülkemizin önemli zaferler kazandığı dönemlerde M. Kemal’in dostluğu ve taraftarlığı ile bazı kişiler zaferlerin getirdiği bütün hayırları, faziletleri, şerefleri sadece M. Kemal’e verip, kahraman orduya o şereften, o hasenattan pay bırakmadılar. Bu kişiler Bediüzzaman Hazretleri’ni, zaferin bütün mükâfatını M. Kemal’e vermediği için mahkemelere çıkarıp yargılamışlardı.
Bediüzzaman ise mahkemelerde savunmasını yapmış, işin hakikatini mahkemeye anlatmış ve beraat etmişti. İşte orada yapılan savunmalar, zamandaki sorunlara çözümler teşkil edecek savunmalardı.
Mahkemelerde Bediüzzaman: ‘Şerefler, müsbet hayırlar, maddî ve manevî ganimetler orduya, cemaate verilir; kusurlar, menfi icraatlar başa, reise verilir’ kaidesini orada söylemiş ve devam etmiştir: ‘Bir şeyin vücudu ve tamiri ve hayatı, ona ait bütün erkân ve şeraitin (esaslar ve şartların) vücuduyla olabilmesi; ve o şeyin ademi (yokluğu) ve tahribi ve ölmesi, bir tek şartın bozulmasıyla olduğu bir kaide-i hakikattir.’
Başka bir yerde bu kaideyi şu mealde bir örnekle anlatıyor ki; bir bahçeyi sulayan bir adam eğer su kanalının vanasını açmak gibi küçük bir işi yapmazsa, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin yok olmasına sebep olur. Fakat o bahçedeki nimetlerin vücudu, o adamın o küçük hizmetinden başka, belki yüz şartın birleşmesi ile meydana gelir. (Bkz. 17. Lem’a, 13. nota, 4. mesele)
Bu kaideye ve örneğe göre ortada bir hayır varsa, o hayır yüzlerce şartın birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Eğer ortada bir şer, bir zarar varsa, o zarar tek bir şartın ihmaliyle bile vuku bulabilir.
Eğer ülke içinde bir problem varsa, o problemin esas sorumlusu yönetim ve idare kısmıdır ki, bahçıvanın su vanasını açmayıp bahçenin kurumasına sebep olduğu gibi. Ve yine, ülkeye bir fayda sağlanmışsa, o faydadan yönetim ve idare kısmının alacağı şeref ve fazilet ‘bir’ ise, halk ve halkı temsilen meclisin şerefi ve fazileti doksan dokuzdur ki, bahçıvanın su vanasını açması ve diğer doksan dokuz şartların vuku bulması gibi.
İşte ülke içi problemlere bu bakış açılarıyla bakılırsa, sorunlar çözülecektir. Böylelikle bir habbelik bir hata, bir habbede kalacak. Ve yüz kubbelik bir fazilet, bir habbeye inmeyecek. Çünkü bir habbe, yüz kubbelik bir fazileti kaldıramayacağı gibi; yüz kubbe de, bir habbenin günahını yüklenemez.