"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hiciv

Mustafa İSMET
31 Ağustos 2013, Cumartesi
Tarihî sürece bakıldığında, siyasî yâ da toplumsal alanda eleştirilen konu ve eylemlerin çokta değişmediği görülmektedir. Eleştiren ve eleştirilenler “zamanın ilcaatına uygun libas” giydirilse aşina olduğumuz bir tabloyla ve bilindik yüzlerle karşılaşırız.

Aşağıda sıraladığım mısraların mübdi’leri müruru zamanın gurubunda kalsalar da kubbede kalan hoş sadaları, günümüzün olaylarını insanlarını işaret ediyor. Halk arasında insanların çift yaratıldığı söylenir. Hayır, belki de her zamanda her dönemde en  azanından aynı insanlara rastlanır.
Geçmişten günümüze, edebiyatımızda eleştirinin çok kısa bir numunesine bakalım. Bu konuda ulaşabildiğim mısraların tamamında günümüze tam mutabakat etmeyen, uygun düşmeyen, bir tanesine rastlamadım. Genç nesillerin diline, dimağında az bilindik gelen hiciv kelimesiyle başlayalım.
***
Hiciv, bir kişi, olay, yeri ya da durumun iğneleyici, alaycı, küçük düşürücü genellikle manzum ifadelerle eleştirilmesidir. 
Arap şiirinin iki ana konusundan (“medh” ve “hicâ/hicv) biri olan hiciv, Eski Yunan ve Lâtin edebiyatında da görülür.
Halk edebiyatında taşlamaya karşılık gelen, divan edebiyatımızın unutulmaz ustalarının berceste mısralarıyla hatırlanan Hicivde asıl gaye kusurların ayıpların ve açıkların şiir veya düz yazı ile açıklanması olmakla birlikte, incelikten ayrılmamak ve edep sınırları içerisinde kalmaktır.
Divan edebiyatında Bağdatlı Ruhi ve Nef’î, Tanzimat edebiyatında Ziya Paşa, Abdülhamit devrinde Eşref, Millî Edebiyat döneminde ise Neyzen Tevfik, Halit Nihat Boztepe, İhsan Hamamî hiciv dalında önemli eserler vermişlerdir.
***
“Selâm verdim, rüşvet değildir diye almadılar.
Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler.        Gerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama
Bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler.”
Dizeleriyle hatırlanan Hz. Hüseyin’in türbedarı Fuzulî’nin o ünlü Şikâyetnamesi kamu kurumlarındaki yozlaşmayı ifade için yüzyıllardır kullanılır.
Kanunî Sultan Süleyman 1534 yılında Bağdat’ı fethedince Fuzulî padişaha kasideler sunar. Padişahın beğenisini kazanır, iltifatı şahaneye mazhar olur.
Fuzulî, Bağdat vakıflarının masraf artığından kendisine bağlanan günde dokuz akçalık tahsisatını, elinde berat olduğu hâlde alamayınca, bürokrasiyi, rüşvetçiliği ve yozlaşmayı yeren kafiyeli nesir tarzında Nişancı Celalzâde Mustafa Çelebi’ye bir mektup yazar. Bu mektubun padişaha ulaşıp ulaşmadığı pek bilinmese de Fuzulî’nin tahsisatı alamadığı, fakru zaruret içinde yaşadığı bilinmektedir.
***
17. yüzyılda yaşayan şair Nef’i 400 yılı aşkın bir süredir Sadrazam Tahir Efendiye söylediği mısralarla bu konuda büyük bir şöhrete sahiptir.
Zamanın yöneticilerini çok ağır sözlerle eleştiren sivri dilli şaire Sadrazam Tahir Efendinin Kelb (köpek) demesi özerine Nef’i nin cevabı divan edebiyatımızın ölümsüz berceste mısraları arasına girer.
“Bize kelb demiş Tahir Efendi
 İltifatı bu sözüyle zahirdir
 Maliki’dir benim mezhebim zira
 İtikadımca kelb, tahirdir.
(Tahir kelime olarak temiz anlamına gelmektedir aynı zamanda Sadrazamın ismi Tahir olduğundan ve Nefi’nin inancında köpek (kelp) temiz (tahir) sayılmaktadır.)
Zamanın Şeyhülislâmı onu ikaz eder, bir Müslüman’ı kötülemekte aşırı gidilirse küfre düşülebileceğini söyler, Nef’i de buna karşılık olarak;
“Müftü efendi bize kâfir demiş/ Tutalım ben O’na diyem Müslüman/ Lâkin varıldıkta ruz-ı mahşere/ İkimiz de çıkarız orada yalan.”
(Müftü efendi bana kâfir demiş. Hadi bende ona Müslüman diyeyim. Mahşer gününde ikimizde yalancı çıkarız.)
Bu kadar sivri dilli oluşu onun devlet memuriyetinden kovulmasına sebep olur. Daha sonra tahta çıkan Sultan 4. Murad Han onu Başkâtipliğe tayin ederek, kimseye ilişmemesini söyler. Nef’îyi Padişah 4. Murat’a bu konuda verdiği söz de, onu Vezir Bayram Paşayı ağır bir dille hicv etmekten alıkoymaz. Bu hicviyesinden ötürü, 1635 yılında, sarayın odunluğunda kementle boğularak öldürülür.
***
Divan edebiyatımızın üstadlarından Nef’i gibi saray kâtipliği ve çeşitli bürokratik kademelerde çalışan Ziya Paşa da bu konuda haklı bir şöhrete sahiptir. Nef’iden farklı olarak Ziya Paşa da eleştirinin adresi çok net değildir.
“Bed asla necâbet mi verir hiç üniforma/ Zerduş palan ursan eşek yine eşektir.”
(Aslı bozuk olan kişinin, elbisesinin kıymetli olması üstünlük sağlamaz, zira eşeğe altından palan yaptırsan, yine eşektir).
“Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât/ Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde”
(Onlar ki dünyaya lâf ile nizam verirler. Onların evlerine gidip bakın, hanelerinde bin türlü ihmal ve düzensizlik görürsünüz.)
“Milyonla çalan mesnedi izzette ser-efraz/ Birkaç kuruşu mürtekibin cay-ı kürektir.
(Milyonla çalanlar yüksek ve şerefli mevkilere yükseltilerek baş tacı edilir; birkaç kuruş çalan hırsız ise kürek cezasına çarptırılır.)
***
Ziya Paşa gibi Namık Kemal de bütün görevlerini, şairliğine feda etmiş; memurluğuna son verilmesi pahasına, devlet yönetimini eleştirmekten geri durmamıştır. Yazdığı Vatan Yahut Silistre adlı eseri, yönetimin tepkisine sebep olur, tutuklanıp sürgün edilir.
“Zalimin muîni dünyada, erbab-ı denâettir
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî insafa hizmetten”
(Dünyada zalimin yardımcısı alçaklardır. Çünkü insafsız bir avcıya hizmet etmekten yalnızca köpekler zevk alır) mısraları Hürriyet Kasidesi’nden en çok akılda kalan ifadelerdir.
***
Abdülhamid Han döneminde, muhalefetin en sivri ve sınır tanımayan kalemlerinden biride şüphesiz Tevfik Fikret’tir. Said Nursî’nin deyimiyle “fena ve fani bir adamın” konumuza örnek oluşturacak “baki” Han-ı Yağma (yağma Sofrası) isimli şiiridir.
“Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak,
Yarın, bakarsınız, söner bugün çatırdayan ocak,
Bugün ki mideler kavi, bugün ki çorbalar sıcak,        Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı pür-nevâ sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin...

***
“Kızımın iffeti batmakta rezilin gözüne/ Acırım tükürüğe billahi, tükürsem yüzüne.” diyen İstiklâl şairi Mehmet Âkif şiirin her türünde olduğu gibi Hicivde de ustalığını gösterir. Sırat-ı Mustakim ve Sebilürreşad dergilerini çıkaran, 1920 yılında Burdur milletvekili olan Mehmet Âkif’in medeniyet adı adlında “Dini Mübin-i İslâma” yöneltilen eleştirilere verdiği cevaplar hem edebiyat hem de siyasî tarihimize düşülen önemli bir nottur.
“Tükürün, milleti alçakça vuran darbelere,/Tükürün, onlara alkış dağıtan kahpelere.../ Tükürün, ehli salibin o hayâsız yüzüne,/ Tükürün, onların asla güvenilmez sözüne.../ Medeniyet denilen maskara mahlûku görün,/ Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün.../ Hele ilânı zamanında şu mel’un harbin,/ “Bize efkâr-ı umumiyeti lazım garbın,/ O da, Allah’ı bırakmakla olur” herzesini,/ Halka iman gibi telkin ile, dinin sesini/ Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün!”

Okunma Sayısı: 6442
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı