-Vefatının 46. yılında rahmete vesile olması niyazıyla...-
Şamlı Hafız daha küçük yaşlardayken Üstad Bediüzzaman’ı ilk defa Şam Emeviye Camii’nde, o meşhur hutbesini irad ederken görür.
“Âlim, ehl-i kalb bir zat olan babası Bediüzzaman’ı göstererek ‘Bak oğlum, bu zat meşhur bir zattır, ona iyi bak, ileride bu zata hizmet edeceksin’ ve hakikaten subay olan o ehl-i kalb babasının dediği olmuş, yıllar sonra Hazret-i Üstad Barla nahiyesine nefyedildiği yıllarda ona talebe ve kâtip olmuş.” 1
BARLA MEDRESESİNİN BAŞ KÂTİBİ
Şamlı Hafız, Nurun talebe ve kâtipliğinde Hazret-i Üstad’ın takdirine mazhar olmuştur. Üstad onu “Barla medrese-i nuriyesinin baş kâtibi Şamlı Hafız’’ 2 sıfatıyla taltif etmiştir. Barla’da Hazret-i Üstad’ın serkâtiplerinden ve Risâle-i Nur’un yılmaz, gayretli ve çalışkan kahramanlarından biri olan Şamlı Hafız Nur hakikatlerinin neşir, yazma ve muhafazasında büyük hizmetler görmüştür.
Bu bahtiyar zat nur-u Kur’ân yolunun şakirtliğinden medrese-i Yusufiyelere kadar Üstad Hazretleriyle bir ve beraber olmuştur. Bu güzel yoldaşlık onu “Eskişehir ve Denizli Maphusanelerine yatırmıştır.’’ 3
HAZRET-İ ÜSTAD VE NURLARA ALÂKASI
Nurlu mektuplarda imzası olan Şamlı Hafız’ın On Dokuzuncu Mektub olan Mu’cizat-ı Ahmediye Risâlesi’nin sonunda bazı Nur kahramanlarıyla birlikte kaleme aldıkları şu ifadelerine rastlanmaktadır:
“Evet biz müsveddeyi yazıyorduk, Üstadımız da söylüyordu. Yanında hiç kitap yoktu, hiç müracaat da etmiyordu, birdenbire gayet sür’atli söylüyordu. Biz de yazıyorduk. İki üç saatte otuz, kırk, daha fazla sayfa yazıyorduk. Bizim de kanaatimiz geldi ki, bu muvaffakiyeti mu’cizat-ı Nebevinin kerâmetidir.’’ 4
Üstad Hazretlerinin nurları telifatı sırasında ona “müsvedde ve tebyiz kâtipliği yapar.’’ 5
MEVLÂNÂ HALİD VE ÜSTAD MÜTALÂASI
Şamlı Hafız’ın Risâle-i Nur’un satırlarında çok mühim bir mütalâası vardır. Hazret-i Üstadın manevî şahsiyetiyle alâkalı bu çok önemli ve çok uzun olan mektubundan bazı yerleri almakla yetineceğiz:
“Üstadımın tarihçe-i hayatını düşündüm, baktım (Mevlânâ Halid’le) dört mühim noktada tevafuk ediyorlar:
Birincisi: Hazret-i Mevlânâ 1193’te dünyaya gelmiş; Üstadım ise 1293’te Mevlânâ Halid’in tam 100 senesi hitam bulduktan sonra dünyaya gelmiştir.
İkincisi: Hazret-i Mevlânâ’nın tecdid-i din mücahedesinde başlangıcı ve mukaddimesi Hindistan’ın payitahtına 1224’te girmiş; Üstad ise aynen yüz sene sonra 1324’te Osmanlı payitahtına girmiş, mücahede-i manevisine hazırlanmış.
Üçüncüsü: Ehl-i siyaset Hazret-i Mevlânâ’nın fevkalâde şöhretinden tevehhüm ederek diyar-ı Şam’a mekân ettirilmesi 1238’de vaki olmuştu. Üstadım ise aynen yüz sene sonra 1338’de Ankara’ya gelip onlarla uyuşamayıp onları reddederek, küserek Van’a gidip bir dağda inziva ederken 1338 senesini müteakip Şeyh Said hadisesinin vukuu münasebetiyle ehl-i siyasetin vehmine dokunmuş; ondan korkarak Burdur ve Isparta, Kastamonu, Afyon vilayetlerinde sekizer sene, yirmi beş sene, ikamet ettirilmiş.
Dördüncüsü: Hazret-i Mevlânâ yirmi yaşına girmeden evvel allâme-i zaman hükmünde fuhul-i ulemanın üstünde görülmüş, ders okutmuş. Üstadım ise tarihçe-i hayatını görenlere ve bilenlere malûmdur ki on dört yaşında icazet alıp âlem-i ulema-i zamana karşı muarazaya girişmiş, on dört yaşında iken, icazet almaya yakın talebeleri tedris etmiştir.
Hem, Hazret-i Mevlânâ, neslen Osmanlı olduğu ve Sünnet-i Seniyyeye bütün kuvvetiyle çalıştığı gibi; Üstadım, Kur’ân-ı Hakime hizmet noktasında, meşreben Hazret-i Osman-ı Zinnureynin arkasında gidip, Hazret-i Mevlânâ (k.s.) gibi, Risâle-i Nur eczalarıyla, bütün kuvvetiyle Sünnet-i Seniyyenin ihyasına çalıştı.
İşte bu dört noktadaki tevafukat, tam yüz sene fasıla ile, Risâle-i Nurun takviye-i din hususundaki tesiratı, Hazret-i Mevlânâ’nın (k.s.) tarik-ı Nakşiye vasıtasıyla hizmeti gibi azim görünüyor.
Üstadım, kendine ait medh ü senayı kabul etmiyor. Fakat, Risâle-i Nur Kur’ân’a ait olup, medh ü sena, Kur’ân’ın esrarına aittir.” 6
ÜSTADDAN ŞAMLI HAFIZ’A
Nurlara hizmet ve kâtiplikte müstesna bir yeri ve mevkii olan Şamlı Hafız’a, Hazret-i Üstad alâka duyar, ona yazdığı mektuplarda bu hususiyet görülürdü.
Üstad Hazretlerinin Şamlı Hafız’a yazdığı mektupların birkaçından kısa alıntılar yaparak okuyalım:
“Şamlı Tevfik kardeş, senin mektubun beni derinden derine hem müteessir, hem müferrah eyledi. Sende bir hayırlı tahavvülât bulunduğunu ihsas etti. (...) Barla’da bütün dostlara selâm.’’ 7
Baş kâtıp Şamli Hafiz
“Risâle-i Nur’un telifi başında baş kâtip Şamlı Hafız Tevfik’in haremi merhume Zehra, ben Barla’da iken, Şamlı Hafız Risâle-i Nur’u yazmasına çalışmak için, o merhume, Hafız’ın bedeline belinde odun taşımakla odun getiriyordu ve Hafız’ın işlerini görüyordu, ta Nurları yazsın. Biz de o merhumeyi, o iyiliğine mukabil, Risâle-i Nur’un vefat etmiş has talebeleri içinde o vakitten beri duâmızda şerik ediyoruz, hem duâ edeceğiz.” 8
O YAZILAR
“Parlak ve çalışkan kalemiyle hem Risâletü’n-Nur’un, hem bizim hatıralarımızda çok ehemmiyetli mevki tutan ve yerleşen Hafız Tevfik’in yazdığı Âyetü’l-Kübrâ Risâlesini münasip gördüğünüz zamanda gönderirsiniz. Dokuz sene yazılarıyla mesrurâne ünsiyet eden gözlerim, hasretle o yazıları görmek istiyor.” 9
1887’de Barla’da dünyaya gelen merhum Şamlı Hafız Tevfik, 1965’te Rahmet-i Rahman’a kavuşur. Kabri Barla Kabristanı’ndadır.
Dipnotlar:
1- Son Şahitler-1, N. Şahiner, Nesil yay, s. 288.
2- Emirdağ Lâhikası, Y. A. Neş. s. 195.
3- Son Şahitler-1, Necmeddin Şahiner, Nesil yay. s .288.
4- Mektubat, Y.A. Neş., s. 192.
5- Mektubat, Y.A Neş., s. 192.
6- Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Y. A Neş. s. 16.
7- Kastamonu Lâhikası, Y.A. Neş., s.32
8- Kastamonu Lâhikası, Y.A. Neş., s.184
9- Kastamonu Lâhikası, Y.A. Neş., s.15