"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Muhammed Taha Gültekin (Hafız Taha Hoca) Bediüzzaman’ı anlatıyor

Mustafa ÖZTÜRKÇÜ
21 Temmuz 2019, Pazar
2009 Yılının sıcak bir yaz günüydü. Van’dan bindiğimiz şehirler arası otobüs yolculuğumuzu, Siirt’e bağlı Baykan ilçesi, nam-ı diğer “ziyaret” dedikleri Veysel Karanı Külliyesi’nde noktalayıp, Siirt’e, oradanda Tillo’ya revan olmuştuk.

Maksadımız, Bediüzzaman Hazretleri ve muhteşem şaheserleri hakkında  yöredeki medrese âlimlerinden Burhanettin Sançar ve Muhammed Taha Gültekin (Hafız Taha Hoca) ile görüşüp, Üstad ve eserleri hakkında görüş, değerlendirmelerini almak, oralardan aldıklarımızı Yeni Asya  okuyucularıyla paylaşmaktı.

Bu maksatla Siirt’e varmış, mezkûr hocaefendilerin Tillo’da bulundukları  medrese  ve cami mekânlarında kendileriyle mülâki olmuştum.

Tillo, maneviyat erlerinin sıkça bulundukları bir mekândır. Bu sebeplerden dolayı da çevrede ”Evliyalar diyarı” olarak bilinir. 

Tillo’nun bir özelliği de, Bediüzzaman Hazretleri’ni misafir etmesi olmuştur. 1890’lı yıllarda, Tillo’ya yaklaşık yedi kilometre bir mesafede bulunan “Kubbe-i Hasiye” namiyle meşhur mekânda kalmış, kaldığı süre içinde Kamus-u Okyanus adlı eseri  ezberlemiştir. Bir özelliği de, Bediüzzaman Hazretleri’nin burada kaldığı yıllarda, kardeşi Mehmed’in kendisine getirdiği çorbaların tanelerini yemeyip, karıncalara ikram etmesi olmuştur. Bediüzzaman, bu merhametli davranışını soranlara mukabil, ”Karıncaların cumhuriyetçiliğine mukabil çorbamın tanelerini onlara veriyorum,” demiştir. Onların çalışkanlığı üzerinden karıncaların cumhuriyetçi olduklarını izhar ile cumhuriyetin ve demokrasinin gerçek manasını doğru insanlığa  karıncalar üzerinden ders vermiştir.

Birkaç defa gittiğimiz Kubbe-i Hasiye seyahatımızın bu son ziyaretinde görüşmek istediğimiz Burhanettin Hocaefendi, suallerimize yazılı olarak cevap vereceğini söyleyerek, Umre hazırlığı içinde olduğunu bildirdi.

MUHAMMED TAHA HOCAEFENDİ İLE GÖRÜŞMEMİZ

Çevrede  örnek kişiliği ve ilmine hürmeten saygı duyulan şahsiyetlerden olan Muhammed Taha Gültekin ile imamet vazifesini deruhte ettiği Tillo’daki Sultan Memduh Camii’nde bir araya geldik. Kendisiyle caminin mütevazı bir mahallinde ilk defa karşılaşmamız esnasında, ”Üstad Bediüzzaman için..” dememe kalmadan, ayağa kalkarak Üstad’a hürmete binaen bizi kucaklayarak sıcak alâkadarlığını göstermişti.

Kendisini tanıtmasını istediğimizde, şöyle tanıttı Hafız Tahir Hoca: 

Adım Muhammed Taha Gültekin. Tillo’da ve Türkiye’de “Hafız Taha Hoca” olarak bilinirim. 1938 Tillo doğumluyum. Küçük yaşlarda Kur’ân-ı Kerîm okumayı öğrenerek 11-12 yaşlarında Cenâb-ı Allah’ın inayetiyle Kur’ân-ı Azimüşşan’ı ezberleme şerefine nâil oldum. Siirt ve Tillo’da çok hizmeti geçen bir zat olan Molla Halil Toprak Hocamın yanında hıfzımı tamamladım. Akabinde adı geçen zatın oğlu rahmetli Molla Muhammed Hocamın yanında Sarf ve Nahiv ilimlerini tahsil ettim. 1961 yılına kadar devam ettim ve aynı yıl askere gittim. 2 sene askerlik vazifesini yaptıktan sonra Ulu Cami İmamı muhterem hocam Molla Bedreddin Sancar’ın yanında ilim tahsiline devam ettim. Yanında ilim tahsil ederken müezzin olarak Tillo Ulu Camii’ne atamam yapıldı. Gerek askerlik yaparken, gerek daha sonra Bediüzzaman Hazretleri’nin talebeleriyle görüşme imkânı buldum. İlim tahsilini bitirip Molla Bedrettin Sancar Hocamdan icazet aldıktan sonra, uzun yıllardan beri talebelere ilim öğretmeye gayret etmekteyim. Cenâb-ı Hakk’ın fazl ve keremiyle 1956’dan beri talebelere Risâle-i Nurlar’ı da anlatıyorum. 1981 yılından beri Tillo’da meşhur ve tanınmış büyük zat Sultan Memduh Hazretleri’nin Camii’nde imam hatip olarak görev yapmaktayım.

Medrese tahsilinize ilk defa kaç yaşında, nerede başladınız? 

Medrese tahsiline 12 yaşında Tillo’da, zikrettiğim Molla Halil ve oğlu Molla Muhammed Hocalarımın yanında başladım. 1961 yılına kadar askere gidinceye dek devam ettim. Askerlikten sonra da yine bahsettiğim gibi Molla Bedrettin Sancar Hocamın yanında Şarkta okutulan kitapları okudum.

Tahsiliniz boyunca hangi eserleri okuyup mütalâa ettiniz ve nerelere kadar okudunuz?

Tahsilim boyunca Şark usûlünde okutulan âlet ilimlerini sırasıyla okudum. Molla Bedreddin Hocamın yanında ayrıca “Ebdau’l-Beyan” adlı kendi telif ettiği tefsiri baştan sona kadar yanında okudum. Fıkıh, Hadis ve Tefsirle alâkalı kitapları da hocamın yanında tahsil ettim. Bu arada Risâle-i Nurlar’ı da okuyordum.

Risâle-i Nurlar’la ilgili değerlendirmelerinizi anlatır mısınız?

1956’da Ankara’ya gitmiştim. Akrabam olan Üstad Hazretleri’nin talebesi olan Sait Özdemir Ağabeyin ziyaretine gittiğimde, bana Üstadın Tarihçe-i Hayat’ını hediye etti. Aşk ve şevk ile okudum. Üstadın muhabbetinin iliklerime kadar işlediğini hissettim. O tarihten itibaren Risâle-i Nurlar’ı zevkle okumaya devam ediyorum. Hatta hocam Molla Bedrettin Sancar’ın yanında okuyorken, muhterem hocam Risâle-i Nurlar’ı ve Üstadı çok sevip takdir ettiğinden, her gece yatsıdan sonra Risâle-i Nur’dan bütün talebelere bir ders okumamı emretmişti. Çünkü Risâle-i Nur’un bereketinin çok olduğunu ve herkesin faydalanması gerektiğini ifade buyuruyordu.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’ni biraz anlatır mısınız?  Varsa hatıralarınızı da alsak. 

Üstad Hazretleri’ni bizim kelimelerimizle anlatmamız çok zor. Ancak şunu söyleyebilirim ki, o kesinlikle vazifelidir. Cenâb-ı Hak onu bu asrın ihtiyacı çok olduğundan vazifelendirmiştir. 

Ali Ulvi Kurucu Ağabeyin dediği gibi: 

Milyonların imanını kurtardı cihadın, 

 Par par yanar imanlı gönüllerdeki yâdın. 

İmanlı nesiller seni takip edecektir, 

Yıllarca asırlarca peşinden gidecektir.

 Yine Denizli kahramanı Hasan Feyzi Ağabeyin dediği gibi: 

Hele ol nur-u Şerifin kime değmişse eğer, 

 Küçücük zerre de olsa mah-i tâbân olacak

Kab-ı Kavseynden alıp dersimi bildim ki ayan, 

 O güzel nur-u bedi manevî sultan olacak.

Ben de o kanaatteyim ki Risâle-i Nur bu zamanda yeryüzünde manevî saltanat makamındadır. 54 lisana çevrilmiş ve bütün dünyada okunan bu muhteşem eser ve müellifini ancak Risâle-i Nur’u okuyanlar anlar ve takdir eder.

Cenâb-ı Hakk’a şükürler olsun ki Üstadın yakın talebelerinden rahmetli Tahiri Ağabey, Zübeyir Ağabey, Hulusi Ağabey ve Bayram Ağabeylerle vefatlarından önce defalarca görüşme şerefine nâil oldum. Rahmetli Mustafa Polat Ağabey ve yine kahraman Mehmet Kayalar Ağabey, Van’daki Molla Hamit Ağabey, Molla Resul, Mahmut Allahverdi Ağabey. Bunlarla birlikte defalarca Mehmet Kırkıncı Hoca, rahmetli Osman Demirci Hoca, Nusret Hoca ve daha birçok mübarek Nur Talebeleriyle görüşme imkânım oldu. Ayrıca bir gün Van’a, Üstadın mevlidine iştirak için gittiğimizde mahkemeye sevk edildiğimizde bizim müdafaamızı yapan fedakâr Rahmetli Bekir Berk Ağabeyi de rahmetle anıyorum.

Bu hatırayı da yeri gelmişken anlatayım: Mahkemeye gitmeden bir hafta önce bir yaz günü sabah namazından sonra Fahr-i Kâinat ve Eşrefü’l-Mahlûkat olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı rüyada görme şerefine nâil oldum. Defalarca yed-i mübarekini öptüm. Rüyada Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâma dedim ki: “Ya Rasulallah, bu asırda kendimizi nasıl kurtaracağız ve muhafaza edeceğiz?” Allah Resulü şöyle buyurdu: ”Siz Risâle-i Nur Talebeleri, korkmayınız.” Bu hem benim, hem de Nur Talebeleri için dünya ve içindeki her şeyden daha kıymetli bir müjde ve şerefti. 

Bu rüyayı kardeşlerime anlatınca çok sevindiler ve rahatladılar. Çoravanis Köyü’ne mahkemeden sonra giderken bu rüyayı, rahmetli Bekir Berk Ağabey ve diğer kardeşlerime de anlatmıştım.

Yine bir müddet önce rüyada Üstad Hazretleri’ni görmüştüm. Üstad taht üzerinde yaslanmış oturuyor vaziyette, ben ve Said Özdemir Ağabey de huzurunda ayaktaydık. Said Ağabey bir temenni mahiyetinde “Keşke Üstad evlenseydi ve çocukları olsaydı” deyince; ben hemen araya girdim ve “Üstadın binlerce evlâdı var” dedim. Üstad Hazretleri elini bana doğru uzatarak ”Ne güzel söyledi” buyurdu. Bir müddet sonra bizden ayrılırken bize doğru dönerek, konuşmadan, sadece ellerini kaldırarak, sanki ”Bana duâ edin” der gibiydi. Ben öyle anladım.

Ayrıca Ali Ulvi Kurucu Ağabeyle Medine-i Münevvere’de bir çok kez sohbet etme şerefine nail oldum. Cenâb-ı Hak başta Üstadımız olmak üzere ahirete intikal etmiş bütün ağabeylerimize rahmet etsin, hayatta olanlara da hayırlı ömürler versin.

Risâle-i Nurlar nasıl bir tefsirdir? Risâle-i Nurlar hakkında değerlendirmelerde bulunur musunuz?

Risâle-i Nurlar hakkında en güzel değerlendirme, yine Risâle-i Nurlar’da mevcuttur. Tarihçe-i Hayat’tan aynen aktarmak daha muvafık olur kanaatindeyim: “Kur’ân’ın hakîkatlerini müsbet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah ve ispat eden Risâle-i Nur Külliyatı, her insan için en mühim mesele olan “Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Vazifem nedir? Bu mevcudât nereden gelip nereye gidiyorlar? Mâhiyet ve hakîkatleri nedir?” gibi suâllerin cevabını vâzıh ve katî bir şekilde, çekici bir üslûp ve güzel bir ifade ile beyân edip ruh ve akılları tenvir ve tatmin ediyor.

Yirminci asrın Kur’ân felsefesi olan bu eserler, bir taraftan teknik, fen ve sanat olarak maddiyâtı, diğer taraftan îman ve ahlâk olarak mâneviyâtı câmî ve hâvî olacak Türk medeniyetinin, sadece maddiyâta dayanan sâir medeniyetleri geride bırakacağını da ispat ve îlân etmektedir.”

Risâle-i Nur nasıl bir tefsirdir?

“Tefsir iki kısımdır: Birisi, malûm tefsirlerdir ki Kur’ân’ın ibaresini, kelime ve cümlelerinin manalarını beyan, izah ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise, Kur’ân’ın imanî hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan, ispat ve izah ederler. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var. Zahir malûm tefsirler, bu kısmı bazen mücmel (çok kısa) bir tarzda derc ediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannit feylesofları susturan bir manevî tefsirdir.” (Şuâlar, On Dördüncü Şuâ)

Risâle-i Nur subjektif nazariye ve mütalâalardan uzak bir şekilde, her asırda milyonlarca insana rehberlik yapan mukaddes kitabımız olan Kur’ân’ın hakikatlarını rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arz edilen bir külliyattır.

Risâle-i Nur!.. Kur’ân âyetlerinin nurlu bir tefsiri. Baştan başa îman ve tevhid hakikatlarıyla müberhen. Her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış... Müsbet ilimlerle mücehhez. Vesveseli şüphecileri ikna ediyor. En avamdan en havassa kadar herkese hitap edip, en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor...

“Risâle-i Nur!.. Nurlu bir külliyat... Yüzotuz eser... Büyüklü küçüklü risâleler halinde... Asrın ihtiyaçlarına tam cevap verir... Aklı ve kalbi tatmin eder... Kur’ân-ı Kerîm’in yirminci asırdaki -lâfzî değil- manevî tefsiri...”(Tarihçe-i Hayat, s. 593)

Risâle-i Nurlar ülkemizde olduğu gibi, dış ülkelerde de önemli bir ilgiye mazhar olmaktadır. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?”

Kanaatime göre Risâle-i Nurlar’a bütün dünya muhtaç. Getirdiği düsturlara gayr-i müslimlerin bile ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Çünkü hariç memleketlerden gelen kardeşlerimizden ve sempozyumlarda tebliğlerini sunan konuşmacılardan anladığım; Risâle-i Nurlar bu asra ve bu asrın hastalıklarına adeta bir ilâç gibidir. Gayr-i müslimler dahi Risâle-i Nur eczalarından istifade etmektedirler. Risâle-i Nurlar’ın hariç memleketlerde çok alâkaya mazhar olması da bir inayet-i Rabbaniyenin olduğuna işaret etmektedir. Üstad Hazretleri’nin ”Evet ümitvâr olunuz. Şu istikbal inkılâbatı içinde en yüksek gür sâdâ İslâm’ın olacaktır” sözü bana bu inkılâbatın Kur’ân’dan nebeân eden Risâle-i Nurlar’la olacağı kanaatini veriyor.”

Üstad Hazretleri bir eserinde, “Risâle-i Nur medreseden çıkmış, ilim içinde hakikate yol açmış, hakikî sahipleri ve taraftarları medreseden çıkan hocalar olduğuna binaen...” demektedir. Üstad’ın bu sözü muvacehesinde bir değerlendirme yapar mısınız?”

Eskiden dinle ilgili şüpheler ilim ve fenden gelmiyordu, belki bazı kalbî hastalıklar ve za’f-ı diyanet vardı. Ancak bu zamanda şüpheler ve dine karşı yapılan saldırılar ilim ve fenden gelmektedir. İşte bu saldırılara karşı; Risâle-i Nurlar’da bulunan ilmî ve kat’î deliller ile bütün şüphe ve vesveseler izale edilip, ispat yoluna gidildiğinden itiraza kalkışılamıyor. Dolayısıyla Risâle-i Nurlar ilim içinde hakikate yol açtıklarından; elbette ilim konusunda medrese hocaları daha liyakatlı olduklarından hakikî sahipleri onlar olsa gerek kanaatindeyim.

Yine Risâle-i Nur’da yer alan şu tesbit konuya açıklık getirmesi açısından manidardır: “İşin asıl hayret veren noktası, birçok ulemanın tehlikeli yollara saptıkları en çetin mevzuları gayet açık bir şekilde ve en kat’î bir sûrette hallettiği gibi, en girdaplı derinliklerden, Ehl-i Sünnet ve Cemaatin tuttuğu nurlu yolu takip ederek sâhil-i selâmete çıkmış ve eserlerini okuyanları da öylece çıkarmıştır.”

Medrese hocaları ile alâkalı bu değerlendirmelerin yanı sıra, ehl-i mektebin Risâle-i Nur karşısındaki duruşuyla ilgili değerlendirmeleriniz nelerdir?”

Evet Risâle-i Nurlar Kur’ân’dan süzülmüş hakikatler olduğu için onlara Kur’ân’ın malı nazarıyla bakmak lâzım. Binâenaleyh bu asrın anlayışına uygun olarak telif edilen bu elmas liyakatindeki hakikatlere medrese hocalarının yanı sıra ehl-i mektebin de sahiplendiğini görüyoruz. Risâle-i Nur, yirminci asrın ilim ve fen seviyesine uygun müsbet bir metodla akla ve kalbe hitap ederek iknâ ve ispat yoluyla gittiği için ehl-i mektep için bulunmaz bir nimettir.

Tarihçe-i Hayat’ta geçen bazı mektuplardan anlaşılacağı üzere, Said Nursî, bir zamanlar felsefe mesleğinde çok ileri gitmiş, sonra Kur’ân-ı Hakîm’in irşadıyla, fen ve felsefe ile iştigal edip şek ve şüphelere maruz kalanları aklî delillerle şüphelerden kurtaracak eserler telif etmiştir. Risâle-i Nur’un yolu, mesleği, bu zamandaki hayat şartlarına, insanların ahvâl-i rûhiyelerine göre en selâmetli, en kısa ve umûmî bir cadde-i Kur’ân’dır; serapa ilim ve tefekkür üzerine gitmektedir. İçtimâî hayatta çeşitli hizmetler gören fertlerin istifadesi büyüktür.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Yine Risâle-i Nur’dan konuşalım:

Risâle-i Nur’u okuyan ve ondan ders alarak tefekkür-ü îmaniyeyi kazananlar, dünyevî vazife ve mesleklerini, ahiret hayatına ve ebedî saadete vesîle yaparak büyük bahtiyarlığa erişecektir. İslâm dînindeki bu büyük hakîkati derk eden münevverler; elbette, hak dîninin hizmetini büyük bir saadetle deruhte edecekler, hakîkati arayan, fakat bulamayan insanlığa da neşre çalışacaklar. Evet, talebe, profesör, mebus, kim olursa olsun, mesûliyet dairesi olanlar, muhîtini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hatta bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler.

Said Nursî, Risâle-i Nur’la bu millete en büyük hizmeti, iyiliği yapmıştır. Mukabilinde, şahsı için bir teşekkür dahi istemiyor. Gerçi şahsına tevcih edilen yüksek medih ve tavsifatı havî mektuplar var; bunları, okuyucuların Nurlar’dan istifadelerine bir alâmet olduğu cihetle, Risâle-i Nur hesabına kabul etmiş. Hakîkatte, Said Nursî’nin bu milletten, gençlikten istediği, îmanla dünyevî ve uhrevî saadeti kazanmalarıdır. Bunun için, Kur’ân’ın bu zamana ait dersi olan Risâle-i Nur’u esas tutup, her yerde, her dairede neşrini, îman hakîkatlerinin öğrenilmesini istemektedir. Kendisi, defalarca bu millet ve memleket aleyhindeki cereyanlara karşı yegâne çarenin Risâle-i Nur olduğunu ihtar etmekte ve müjdelemektedir.

Okunma Sayısı: 12748
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı