Her insan zaman zaman iç dünyasında konuşan bir sesi duyar.
Özellikle uzun süredir bir hizmetin, bir davanın ya da bir sorumluluğun yükünü taşıyorsa… Bu ses bazen yorgunlukla, bazen kırgınlıkla, bazen de farkında olmadan nefsin sesiyle konuşur: “İman-Kur’ân hizmetini ne zamana kadar yapacağım?” “Hep ben mi koşacağım? Başkaları da yapsın artık.” “Biraz da ben dinleneyim, yoruldum…”
Bu sözler, görünüşte gayet insanî, hatta haklı gibi durabilir. Ancak Risale-i Nur penceresinden bakıldığında, bu cümlelerin çoğu nefsin tembellikten doğan bahaneleri veya daha tehlikelisi, şeytanın sağdan yaklaşarak hizmetten uzaklaştırma oyunlarıdır.
Said Nursî, Risale-i Nur’un birçok yerinde ısrarla vurgular: İman ve Kur’ân hizmeti bu zamanda en büyük ibadet, tefekkür ve en büyük sadakadır. Yani bu hizmet, sıradan bir faaliyet değil, ebedî kurtuluşa vesile olan mukaddes bir görevdir. Bu nedenle hizmete davet edilen bir kişi, bir yükün altına değil; tam tersine, bir şeref halkasının içine çağrılmış olur. Şu hakikati daima akılda tutmak gerekir: Biz bu hizmeti yaparak bir lütufta bulunmuyoruz. Allah bize bu hizmeti lütfetmiş.
“Yeter artık, başkaları da hizmet etsin” diyen nefis, aslında hizmetin özünü anlamamıştır. Çünkü bu dava, bir nöbet gibidir. Her mü’min kendi sırası geldiğinde o nöbeti tutmakla mükelleftir. Nöbeti terk etmek, sadece kendi savunmasını değil, bütün bir cemaatin manevî kalesini tehlikeye atar.
Nefsin telkinleri şöyle açıklanır: “Şeytan, bazen sağdan yaklaşır. ‘Sen çok yaptın, başkaları yapsın’ diyerek hizmetten alıkoyar. Halbuki bu hizmette ‘Ben yaptım, yeter’ denmez. Çünkü bu hizmet şahsî değil, İlâhîdir.” Bir insan, “Ben çekileyim, başkaları yapsın” dediğinde, aslında görevini terk etmiş olur. Çünkü Allah bu hizmeti herkese ayrı ayrı yüklemiştir. Kimsenin yaptığı, bir başkasının mesuliyetini ortadan kaldırmaz. Tıpkı bir gemideki delikleri kapatma görevi olan kişinin, “Ben çok delik kapattım, başkaları da yapsın” diyerek çekilmesi gibi… Gemi su alırsa, herkes boğulur. Risale-i Nur bu anlayışı şöyle özetler: “Cemaatle edilen hizmette herkes kendi hissesiyle mesuldür. Birinin ihmalini, diğeri telafi edemez.”
Mesnevî-i Nuriye’de “[…] necat, halas ancak ihlâs iledir. İşte bu hâsiyete binaendir ki; az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki; az bir ömürde, cennet bütün lezaiz ve mehasiniyle kazanılır.” Gerçek kurtuluşun ancak ihlâs yani samimiyetle mümkün olduğunu ifade eder. İhlâs, yapılan amele ruh ve değer katar; böylece az bir zamanda, az bir amelle bile büyük sevaplar kazanılabilir. Bu yüzden kısa bir ömür, ihlâs sayesinde ebedî Cennet nimetlerine vesile olabilir.
Eğer kalbimizde “Ben artık yapmayayım” gibi bir düşünce beliriyorsa, bilmeliyiz ki bu ses ya nefsin bıkkınlığıdır ya da şeytanın sağdan yaklaşmasıdır. Çünkü bu hizmet bitmez. Çünkü bu dava kıyamete kadar sürecektir. Ve bu hizmet, sadece birkaç kişinin omzuna bırakılmış değildir — ama bizim omuzumuzda da bir hissesi vardır.
Unutmayalım: Bir mü’minin hizmetteki devamı, sadakati, ihlâsı, alçakgönüllüğü, samimiyeti ve sabrı; bazen yüzlerce kişinin hidayetine vesile olabilir. Bu vesilelik ebedî hayatının kurtuluşuna sebep olabilir.
Akıllı olan bu şerefli nöbetten ayrılmaz, ayrılamaz!